27 Temmuz 2014 Pazar

Senarist Vasıf Küçükoruç'u kaybettik

Senarist arkadaşımız Vasıf Küçükoruç'u kaybettik. Birlikte çalışma şansı bulduğum, çok değerli bir senaristti. Binlerce senaryosundan biriyle mutlaka sizleri de güldürmüştür. Bize düşen onu unutturmamak...

17 Temmuz 2014 Perşembe

Bir pazar günü...

Sen zannedersin ki sıradan bir pazar günü yaşadım. Ama biri çıkar o günü öyle bir anlatır ki, "acaba bir 'şiir'de mi rol aldım" dersin. Dostum Selahattin, oğluyla geçirdiğimiz bir pazar gününü şairane bir şekilde anlatmış. Okuyun derim. 

“çocuklarımı da her sevdiğim gibi bir sevdâ-yı mecnunane ile sevdim” (Şair Nigar…) 
-Okumuş napaysun?
 -Napaym, az önce kaktum. Sabah 5’e kadar senaryo, film, kırdım geçirdim duygu dünyamı, anca da!
-11 de gene iyi uyanmışsın. Oğlum Kuzey’le buluştuk biz, kahvaltı gömü işini de bitirdik, çay yaptıysan bir uğrayalım dedik.
-An itibarı ile yataktan toparladım kendimi ve tekrar saate baktım, kahvaltı da ettiğimize göre havuz başındaki kafede 15-20 dakika sonra buluşuyoruz. 
Böyle başladı Pazar sabahımız Kuzey’le.
Okumuş 17. Kattan indi , Yılmaz, Karadeniz’in son dönem yetiştirdiği en kıymetli kalemlerden, Oğuz Aral ve Gırgır zenginliğinden payını en çok alanlardan , alırken katanlardan.
Hamsiye ve Laz Marx Emice kültleri, Gırgır’daki zeka ve kendine güvenle harmanlanmış binlerce karikatür, Sumela’nın Şifresi ve Moskova’nın Şifresi filmlerine senaryosu ve aklıyla ruh veren, ortaya çıkardığı işlerle küçük adamlardan hacimli adamlar yaratan, hangi konuda olursa olsun bir şey anlatmaya başladığında karşındakine bir film izliyormuş etkisi veren, Nazım Hikmet’in “Arhavili İsmail’in Hikayesi”nde anlattığı “Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki bunlar uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...” diye tarif ettiği Pazarlı Yılmaz Okumuş.
Kuzeyle tanıştı Yılmaz emicesiyle, Yılmaz dondurma ısmarladı havuz başında, kendi çay içti, zaten sevgili gibidir çayla muhabbeti.
Havuz başında okuldan bir arkadaşıyla karşılaştı Kuzey, birbirlerine tebessümle bakıp bir süre, sonra tokalaştılar.
Kuzey topuyla gelmişti, dondurma faslı sonra site içindeki basket sahasına gidip geniş alanda uzun pas yapmaya karar verdik, Yılmaz 17. Kata çıkıp baştan aşağı Trabzonspor’a kesmiş halde sahaya indi.
Beyazdı forması, tertemiz yani, basket potasına futbol topunu ayağımızla sokma çalışması yaptık biraz, başaramadık, Kuzey fiziğinden beklenmedik şekilde epey basket attı.
Sonra Yılmaz “hau aşağıdaki mini futbol sahası boşalmış, gelun oriya gidelum da” dedi. Gittik.
Epeyce ikiye bir çalışması yaptık, korner çizgisinden direk kaleye falsolu gol vuruşları denedik, giren de oldu sayılı, girmeyen de sayısız.
Okumuş’un sol ayağının ne kadar isabetli ve sert şutlar çıkarabildiğine tanıklık ettik Kuzey’le, koy 3. Ligde herhangi bir profesyonel takımın sol açığına, santrforuna kıyak yap, atar attırır, hakkı bulur kaldırır!
Terledik, en çok Kuzey. 17. Kata çıkıp çay, pasta, duş. Oğlumu duşa soktum, baba ben yalnız duş alabiliyorum dedi hergele.
Terli atletlerimizi güneş-rüzgar aş’nin 17. Kata özel sıra dışı servisiyle tez amanda kuruttuk. Okumuş kumandayı evlata verdi, ama evlatın gözü benim telefona kaydettiği oyunda.
Biz de her türden eşyadan müzik üreten grubun kaydını izledik, araya projeleri sıkıştırıp, aranıp ulaşılamayan tuna boylarını, lazutları, çivileme atlanan -15 dereceli suda kasılınca ölümün göbeğine yolculuk ve hayat dönüş sessizliği, Laz Marx emicede şive sorunsalı Köln Akademi Araştırma sonuçları , derken, epey ilerledi saat.
-Okumuş biz gidelim, ne dersun evlat, gidelim baba…
Özel imal ve demleme çayları da gömdükten sonra zemine indik, Kuzey’in elinde malumunuz topu, “baba biraz daha oynayalı mı?”, Oynayalım oğlum..
Yine halı sahaya çıktık, takımımız bir eksik, saha 5-6 çocuk, 6-10 yaş aralığı, bizi görünce “abi siz de bizimle oynar mısınız” dediler, körün istediği bir göz.
Tam 8 kişi olduk. Asım, dodo, alp, nazım ve kuzey bir takım oldu; baran, arda , neymar, Doğukan ve ben yani çino bir takım.
Benim ismimi sorunca çocuklar,  Kuzey "Çino" dedi, Deniz evladımın dediği gibi yani.
Maç karmakarışık başladı, Kuzey “benim babam eski futbolcu” diyince gaza gelmeyeydim iyiydi. Çalım atayım derken sağ baş parmağımı sertçe tellere vurdum, hala ağrıyor gaybana, zor yürüyorum şu an..
Bizim ceza sahamızdaki bir karambol sonrası sol köşede topla buluşan Kuzey, yerden sert ve düzgün bir vuruşla takımını 1-0 öne geçirdi. Ben o anda fark ettim ki Kuzey’le şu hayatta ilk kez “karşı” takımlardaydık.
Top sert gittiği için çocuklardan bazıları “ lan acaba dışardan mı girdi” kuşkusu yaşadı, bu kuşkuyu gideren de yine bizim takımdan Baran oldu, “ben gördüm gol oldu”
Ben de görmüştüm ama benim söylemem doğru olmazdı. Yine bizim takımdan bir çocuğun kendi aleyhine bir durum için tavır koyması ne kadar hoşuma gitti söyleyemem. Anne babalar hala böyle çocuklar büyütüyorsa hala umut var demektir.
Şunu çok rahatça söyleyebilirim ki, Baran büyüdüğünde şikeyi ve hırsızlığı bir hak olarak gören kibir budalası devekuşu ordusuyla aynı gemiye hiç binmeyecek, hak ve adaletten yana tavır koyacak. Aman Baran’ım bozma!
Sonra 4 gol daha yedik, Kuzey 2. Golünü atamadı ama bir asist ekledi istatistiğine, bizim takım zero toleransı yanlış anlamış olacak ki, sıfır çektik..
Maçın esprisi ise bizim takımdan Arda’dan geldi; Dua edin çişim vardı da oynayamadım!!
Makarna yaptık sonra Kuzey’le, içine Kebir tereyağı koydum bolca, ketçap ve mayonezli, kefir içtim ben, içim yanaydi,  film izledik, Okumuş’tan aldığımız filmleri okumadı bizimki, o kadar olurdu.,
Hayat güzeldir…
“çocuklarımı da her sevdiğim gibi bir sevdâ-yı mecnunane ile sevdim” (Şair Nigar…)
Yazıya Müzik: Cem Karaca
http://www.tayfahaber.com/kuzey-yilmaz-okumus-ve-cino-ile-bir-pazar-85yy.htm