27 Ağustos 2012 Pazartesi

Ben şimdi Moskova'nın Şifresi Temel'i kime soracağım Metin?

Bir çok diziyi birlikte yazdığım senarist (karikatürist ve mizah yazarı) arkadaşım Metin Açıkgöz'ü kaybettim. Siz artık onun yazdığı - yazacağı bazı dizileri seyredemeyecek ve gülemeyeceksiniz ama benim durumum daha kötü; Ataşehir benim için çok ıssızlaştı... Birlikte bir film yazma planımız suya düştü... Her şeyle, kendimizle bile dalga geçtiğimiz, ama bir yandan da her şeye saygı duyduğumuz o özel arkadaşlığımızı da üretemeyeceğiz artık. Başım sıkıştığında ilk borç isteyeceğim kişi kim olacak? Çok önemli bir eleştirmenim de yok artık; Sümela'nın Şifresi Temel'i iki milyon gişe yapmasına rağmen beğenen de vardı yetersiz bulan da. Ama Metin, "Çok komikti oğlum. Ruh sağlığı yerinde olan birinin gülmememesine imkan yok. Ben çok beğendim." dediğinde acayip sevinmiştim. Her şeye, kendi yazdıklarına bile burun kıvıran bizim Metin, 'iyi' demişti. Şimdi ben Moskova'nın Şifresi Temel'i kime soracağım?

23 Ağustos 2012 Perşembe

Senaristin Günlüğü 23

Önler kısalsın, arkalar kalsın amcası!..
Çetin Altay, ilk filmimiz Sümela’nın Şifresi’nden beri sakallarını kesmemiş. Çetin’i, Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gandalf amca gibi görünce, ‘rolünü yanlış anladı, papazı oynayacak zannetti’ diye düşündüm. Önce sakallarını kesmek istemedi. Annesiyle berbere gelen ilkokul çocukları gibi davrandı. Bir iki kere kuaförümüz Yaşar’ı atlatıp kaçtı. Ama sonunda Adem hoca elinden tutup tekrar berber koltuğuna oturtunca sakallar gitti. Fotoğrafta, İsrafil, Ruhi ve Adem hocayı, Yaşar’a, “Kes amcası, iyice kes. Yüzü gözü açılsın.” derken görüyorsunuz.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Senaristin Günlüğü 22

Basın toplantımızı CNN, BBC, ZDF ve RAI izledi!
Artık Trabzon’dayız. Ekip, Varlıbaş AVM’deki Soho Green’s Cafe’ye davetli. Yemek sonunda medya karşısına çıktık. Kimler yoktu ki, CNN, BBC, ZDF, RAI, Kanal D, NTV vs vs. Diyeceksiniz ki, “Orada sadece bir tane mikrofon var, diğerleri nerede?” Diğer mikrofonlar İsrafil’in midesinde. Çok iştahlı olan İsrafil, yemek sonrası gelen tatlıların arasına konulan mikrofonları birer ikişer mideye indirince basın toplantısı sadece Kuzey Medya tarafından izlenmiş gibi oldu.

21 Ağustos 2012 Salı

Senaristin Günlüğü 21

Spasiba Moskova!..
Acısıyla - tatlısıyla, yağmuruyla - kavuran sıcağıyla, şahane metrosuyla - insanı intihara sürükleyen trafiğiyle bir Moskova’nın daha sonuna geldik sayın seyirciler. Yapımda ve yayında emeği geçen bütün arkadaşlarım adına hoşça kal Moskova diyorum… Filmin galasında buluşmak üzere.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Senaristin Günlüğü 20

La Demel, yap bi andireman!..
Temel ve Turgay, Abromoviç’ten hesap sormak için Moskova’dadır. Fakat Temel avcıyken ava dönüşür ve Abromoviç’in adamlarından kaçmaya başlar. Temel tam postu deldirecekken Trabzon’da arkadaşlarının ‘yap bi andireman’ diyerek yolladıkları Anastasya ile karşılaşır.
Bu arada gerçek adı da Anastasya olan bu başarılı oyuncumuzun ve Rusların bir özelliğinden bahsedeceğim; hemen herkese ‘caniim’ diye sesleniyorlar. Ama hiç ayrımsız; Recep Tayyip Erdoğan’a da, garsona da, taksi şoförüne de, belediye başkanına da, dilenciye de, yardımcı yönetmene de, sokakta gördükleri bir kediye de… Ve herkesle gayet iyi iletişim kuruyorlar. Bu durumu fark eden Turgut abi, “Ne güzel lan, ben de herkese canim diye sesleneceğim.” dedi. Fakat başarılı olamadı. Nihat Usta’da ‘caniim’ diyerek garsonlardan köfte istemeye kalktı ama kimse bakmadı.

19 Ağustos 2012 Pazar

Senaristin Günlüğü 19

Kuymak istiyrım laa!..
Moskova’da son gün ve son çekim. Hasretlik tavan yapmış, herkesin gözü saatte. Temel, Moskova sokaklarında kankisi Turgay’ı arıyor. Sanat yönetmenimiz ve defansımızın bel kemiği Erhan Usta iç çekerek, “Trabzon’a gider gitmez bir tencere kuymak yiyeceğim.” dedi ve Alper’in ayarını bozdu. Kendisi de bir kuymak manyağı olan Alper, Rusların şaşkın bakışları arasında avaz avaz, “Kuymak istiyrım laaa!.. Beni duyaymisınız? Çabuk kuymak getirın bağa…” diye bağırmaya başladı. Kuymak gelmediği gibi bir de pis pis baktılar.

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Senaristin Günlüğü 18

Temel, Zuhal’i tarttı!
Aslıhan, gurme sayılabilecek kadar ağzının tadını bilir. Samsun galamızda dönerli pideyi ilk o keşfetmişti. Trabzon’da kuymağı, hamsiyi, mezgiti, Nihat Usta’nın köftelerini hiç affetmez. Tabi bu kadar iştahlı olunca “Acaba kilo mu aldım?” kaygısı başlıyor. Moskova’daki otelimizde iyi pizza olduğunu fark eden Aslıhan pizzaya yüklendi. Bir tartı bulup tartılamayan Aslıhan, Aşıklar Köprüsü’ndeki çekimler sırasında kilo almaktan çok bahsedince Alper dayanamadı ve Aslıhan’ı kollarına alıp tarttı. Sonuç; 57 kilo 200 gram. Aslıhan rahatladı ve çekimlere devam ettik.

17 Ağustos 2012 Cuma

Senaristin Günlüğü 17

Herkes bir şey taşısın arkadaşlar!
Ekibin kamyonetlerinden uzakta çalıştığımız için, set bitip kamyonetlere dönerken prodüksiyon amirimiz Ozi’nin artık gelenekselleşen sesi mutlaka duyulur; “Beyleer, herkes dönerken bir şey taşısın.” Yönetmen yardımcımız Serkan, kamyonete dönerken koordinatörümüz Serdar’a, kendisini kamyonetlerin olduğu yere kadar götürmesini istedi. Serdar, “Masa mısın sandalye misin kardeşim, niye götüreyim? Kendin yürüsene.” cevabını verdi. Serkan, “Çok yorgun olduğunu, kendisinin de ‘bir şey’ olduğunu ve onu taşıması gerektiğini” felsefi olarak ispatladı. Mahir kamerayı taşırken, Serdar da Serkan’ı taşıdı. Hem de förstkılas…

16 Ağustos 2012 Perşembe

Senaristin Günlüğü 16

Ruslar’ın kulak temizleme çubukları hiç kullanışlı değil!
Temel ve Turgay, Arbat Sokakta Abromoviç’i aramaktadır. Karikatüristlerin, ressamların, sokak müzisyenlerinin ve kafelerin yer aldığı bu caddede Temel yine sivriliğini yaptı. Bir hediyelik eşya mağazasının önünde duran Temel, Kızılmeydan’daki soğan kubbeli Aziz Vasili Kilisesi’nin minyatürünü kulak temizleme çubuğu zannederek kulağına soktu. Sonra da yanındaki Turgay’a dönerek, “La Durgay, habuların kulak temizleme çubuklari hiç kullanişli değildu. Az kalsun kulak zarumi deliydım.” dedi.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Senaristin Günlüğü 15

Domates ve reçel istiyoruuuuuz!..
Rusya’da 5. günümüz. Kahvaltı kültürümüz hiç uyuşmuyor. Domates, salatalık, reçel, sivri biber, zeytin, bal, beyaz ve kaşar peynire olan özlem had safhada. Ekip isyanlarda; Serkan, Gamze, Ercan ve Fatih bir köşede memlekete kaçma planları yaparken, ekibin diğer bir kısmı da Arbat sokakta yürüyüş yaparak durumu protesto ediyordu. Murat, Barış, Çarli, Tuba, Serdar, Mahir ve Ozan’ı, “Domates ve reçel istiyoruz!.. Kaşar peyniri hakkımız, söke söke alırız…” gibi sloganlar atarak yürürken görüyorsunuz. Ertesi gün Alisa ve ekibi inanılmaz bir şıklık yaparak sette Türk usulü bir kahvaltı hazırladı. Artık protestonun etkisiyle mi oldu bilmiyorum.

14 Ağustos 2012 Salı

Senaristin Günlüğü - 14

Boyabat’ın Şifresi – Temel 17
Focus puller operatörümüz Mahir, çekim yaptığımız çok lüks bir Moskova sokağında Yılmaz Güney filmlerinden fırlamış garibanlar gibi oturuyordu. Önce, cep telefonunu Kıvanç Tatlıtuğ gibi tutarak konuşuyor zannettim. Meğer olay başkaymış; Cartier mağazasının vitrinindeki fiyatları gören Mahir, olduğu yere çökmüş. Mahir ne iş, diye sordum. İç çekerek Adem hocayla bana döndü ve “Abi benim bu mücevherlerden alabilmem için onyedi tane daha Temel çekmemiz lazım. Gözünüzü seviyim seriyi üçte dörtte kesmeyin…” dedi. O zaman şifrelerin ucu taa Boyabat’a kadar gider.

12 Ağustos 2012 Pazar

Senaristin Günlüğü - 13

Caniiim!..
Turgut Yasalar, Avrupa Karate Şampiyonası finalinde karşılaştığı Rus Olga Semyova’yı yenerek altın madalya kazandı. Rakibine tek bir puan bile vermeyen Yasalar, hiç zorlanmadan maçı kazandı. Şaka şaka… Turgut abi, Temel ve Turgay’ın Abromoviç ve adamlarından kaçtıkları bir park sahnesi çekimi sırasında figürasyon için gelen iki Rus oyuncuya sahneyi tarif ediyor. Kızlarda İngilizce ve Türkçe, Turgut abide de Rusça olmayınca iletişim biraz mantara bağladı ama sonuçta nasıl oynamaları gerektiğini gösterdi. Keşke araya bu kadar mesafe koymasaydın be abi.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Senaristin Günlüğü - 12

Konuşmayı Şehvetle Seven Ruslar!
Ruslar’ın en önemli özelliği kısa bir soruya bile saatlerce cevap verip konuşabilmeleri. Konuşmayı bu kadar şehvetle sevenlerin sadece biz Karadenizliler olduğumuzu sanırdım. Bir gün boş bulunup Rus tercümanımıza ‘Saat kaç?’ diye sordum. Saati yokmuş, dönüp diğer Rus görevli arkadaşlara sordu. Bir iştahlı konuşuyorlar ki, sanki saat o gün bulunmuş. Yahu kardeşim, saat ya onu beş geçiyordur ya da onbire çeyrek filan vardır. Ne lan bu, hayatın anlamını mı sordum? Yirmi dakika sonra cevap geldi; ikiyi beş geçiyormuş. Yukarıda yoğun bir tartışmadan sonra dinlenerek tartışmaya devam eden Rus ekip arkadaşlarımızı görüyorsunuz. (Filmi, kendi işleri gibi görüp gece gündüz çalışan bütün Rus ekip arkadaşlarımıza teşekkürler.)

10 Ağustos 2012 Cuma

Senaristin Günlüğü - 11

Belediye Yemek Yardımı Yapıyor!
Moskova’daki çekimlerde hiç aksama yaşamamak için olağanüstü çaba gösteriyoruz. Bu yüzden çekimler neredeyse yemeği hemen oracıkta yiyoruz. Öyle masa kur, sandalye bul, uğraşacak halimiz yok. Bazen caddenin tam ortasında yemek dağıtılıyor ve ekip olarak ayaküstü yemeğimizi yiyoruz. Moskova’nın işlek bir caddesinde yemek kuyruğunda beklerken tanımadığım birkaç Rus gördüm önümde. “Acaba prodüksiyondan mı, ya da Alisa’nın ekibinden mi?” derken durum anlaşıldı. Moskova Belediyesi yemek yardımı yapıyor zannedip arkadaşlar da kuyruğa girmişler.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Senaristin Günlüğü - 10

Yüce senarist!..
Arbat Sokağı’ndaki çekimlere hazırlanıyoruz. Hava iyice manyaklaşmış durumda;
yarım saat çöl sıcağı, yarım saat Sibirya soğuğu ve yarım saat muson rüzgarı var. Bir fırtınadan sonra doğan güneşe alışmaya çalışırken aniden karşımda Alper Kul’u, Recep Altay’ı ve Turgut Yasalar’ı eğilmişken gördüm. Kafa sütlaç kıvamında olduğu için önümde saygıyla eğiliyorlar zannettim. “Yav yapmayın ağabeylerim, tamam fena yazmıyorum ama, bu bir ekip işi. Siz olmasanız benim senaryom tek başına ne işe yarar?” diye gevelerken Alper yerde şıpagat açtı. Turgut abi, “Eveeet şimdi arkaya, hoop bir ki, bir ki, bir ki…” diye Recep abiyle birlikte jimnastik hareketlerine devam etti. Etrafıma bakındım, az önce beni duyan oldu mu diye. Bereket versin kimse duymamıştı.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Senaristin Günlüğü - 09

Oğlum Bak Git!..
Ekibin en muzip elemanı ve iletişim canavarı Çarli, Moskova’da da döktürdü. Putin’den havalanı müdürüne, resepsiyonistten taksi şoförüne kadar herkesle ‘İngil-Türk-Rus’ denilen yeni bir dil karışımıyla iletişim kuruyordu. Vücut dili ve sevimliliğiyle her kapıyı açan Çarli, çekim yaptığımız parkın temizlik işçilerinde baltayı taşa vurdu. Adamlar öğle tatilinde on dakika dinlenmek için oturmuşlarken, Çarli yine binbir türlü zıpırlık yaparak adamlarla kolbastı oynamaya kalktı. Ruslar Çarli’ye, “Zıvetsiya mostoveski bızıt mızıt…” gibi bir şeyler söylemeye başladı. Tercümanımıza, ne dediklerini sorduk, “Oğlum bak git!..” diyorlar cevabını aldık. Gerisini youtube’dan filan biliyorsunuz zaten. Çarli şimdi iyi.

7 Ağustos 2012 Salı

Senaristin Günlüğü - 08

Senarist Otelden Bildiriyor!..
Üçüncü gün göğün dibi delindi resmen. Nasıl yağıyor, kulaç atsan yukarı doğru yüzebilirsin, o derece. Böyle bir yağmura çocukluğumda Rize’de şahit olurdum; dereler ve Karadeniz birbirine karışırdı. Bütün ekip pert olduk. Aslında bu satırları Acun Ilıcalı gibi davranarak yazıyorum. Bugünkü çekimlerin araba takibi ve jenerikteki müzik altı sahneler olduğunu bildiğim için bana gerek olmadığını düşünmüş ve otelde kalmıştım. İki üç saat sonra kurbağa kıvamında otele dönen Serdar ve Gamze’den olan biteni dinleyince hemen klavyenin başına geçtim ve olayları yaşamışçasına yazdım. (Acun Ilıcalı bir Avrupa Şampiyonası maçında olması gereken maça yetişememiş, aniden canlı yayına bağlandığında sanki oradaymış gibi yaparak maçı anlatmıştı.)

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Senaristin Günlüğü - 07

Çarli’nin Melekleri
İkinci gün, Aşıklar Köprüsü ve Sheremetyevo Havaalanı’nda çalıştık. Bu arada hem kışı, hem baharı, hem de yazı yaşıyoruz. Tüm ekip sefilleri oynarken ışık şefimiz ‘Uyanık Çarli’ bu durumdan hiç etkilenmiyordu. Hava bahara dönünce tişort ve kısa şortunu çeken Çarli, aniden başlayan yağmurda montunu, kabanını ve botlarını giyiyordu. Ve bunların hepsi renklerine, takılarına kadar uyumluydu. Bir süre sonra Turgut Abi’yle birlikte Çarli’yi konuşturduk; “Madonna bile bu kadar kıyafetle turneye çıkmıyor. Moskova’ya ışık kamyonu numarasıyla kıyafet kamyonu mu getirdin?” diye sorduk. Adamın meğerse Filipinler diktatörü İmelda Marcos kadar giyeceği varmış. Bir aralar 500 tane ayakkabısı varmış, bu kadarını söyleyeyim.

5 Ağustos 2012 Pazar

Senaristin Günlüğü - 06

Ve motor!..
Adem hocanın yönetiminde ekip sezonu açtı. Heyecan dorukta. Hava, saha ve zemin film çekmeye elverişli. İlk maçımız Kızılmeydan’da. Moskova’nın eşsiz güzelliği arkada, önde bizim Temel ve Turgay… Hakem ‘motor’ diyor ve çekimler başlıyor. Adem hoca bir saniye bile yerinde oturmuyor ve ekibin beynini yıkayıp motivasyonu en üst düzeye çıkarıyor. “Bizim karakterimize en uygun sistem, toplu hücum toplu müdafaa…” diyerek herkesi her yerde oynatan hocamız sayesinde ilk sahneden galibiyetle ayrılıyoruz. (Turgut abiyi film çekiyor diye düşünmeyin. Marc III’le kamera arkasını çekiyor.)

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Senaristin Günlüğü - 05

Turgut hoca bizi diskoya götür…
Ekip olarak Turgut Yasalar mihmandarlığında metrodayız. Neden Turgut hoca diye soranlarınız olursa, Putin’in akrabası ya da Moskova’nın yerlisi filan değil, sadece bizden iki gün önce Moskova’ya geldiği için doğal liderimiz oldu. Moskova metrosu ayrı bir dünya… Her faninin binmesi gerek. Moskova’nın altını kılcal damarlar gibi oymuşlar. Bizim İstanbul metrosunun taytay durduğunu düşünürsek dört katlı Moskova metrosunun maraton koştuğunu söyleyebiliriz. Liderimiz Turgut hocanın olağanüstü gayretiyle fire vermeden Türk lokantasına kapağı attık. Ezo gelin çorbasını ve Adana Kebabı’nı gören ekip elemanları türküler söyleyip halay çekmeye başladılar.

3 Ağustos 2012 Cuma

Senaristin Günlüğü 04

Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar…
Cosmos Otel’deyiz. Otel, orta büyüklükteki bir Anadolu kasabası gibi. Üç bin odalıydı ve galiba beş bin kişi kalıyordu. Bu ölçekteki bir otelin bir belediye başkanı ve bir kaymakamı olmalıydı. Birkaç müşteri daha gelse, büyükşehir belediyesi olmaya hak kazanabilirdik.
Şimdiden memleketi özleyenler vardı. Serdar’ın, “Arkadaşlar, birazdan Moskova merkezdeki bir Türk lokantasında ekip olarak yemek yiyeceğiz.” anonsu coşkuyla karşılandı. Ağlayanlar, bayılanlar, “Türk yemeklerini çok özlemiştik” diye sevinç çığlıkları atanları ışık şefimiz Çarli susturdu ve şu tarihi soruyu sordu; “Yahu üç saatte ancak otele geldik, şimdi beş saatte merkeze gidip sabah kahvaltısı mı yapacağız?”

2 Ağustos 2012 Perşembe

Senaristin Günlüğü - 03

Ha geldık Moskova'ya, uç gün uç gece yoldan!..
Moskova’nın Şifresi Temel ekibi olarak üç saatlik bir yolculuk sonrasında Vnukova Havalimanı’na indik. İstanbul’dan üç saatte geldiğimiz havaalanından Cosmos Otele üç saatte gidemedik. Ekibi otele götüren otobüsün şoförü, “Telaşlanmayın, kalacağınız otele daha on kilometre var.” dedi. Her bir kilometreyi on dakikada aldığımızı düşünen nikotinman arkadaşlar paniğe kapıldı. İsyan çıkararak, zaten gidemeyen otobüsü zorla durdurup, indiler. Birer sigara tellendiren isyancılar otobüse binmeyerek yürümeyi planladılar. Akılları sıra yollardaki tabelalara bakarak otele ulaşacaklardı. Ama Kiril alfabesinde ‘pectopah’ yazılan şeyin ‘restoran’ olduğunu öğrenince kurda kuşa yem olma korkusuyla yine durmakta olan otobüse bindiler.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Senaristin Günlüğü - 02

Nükleer Başlıklı Kız: İsrafil Köse
Ekip arkadaşlarım içinde en sevdiğim kişidir İsrafil. Ama bazen o kadar manyak durumlar yaratıyor ki yerimde gözü var gibi geliyor. Adam yaptıklarıyla benden daha komik…
Örneğin, uçakta giderken bile kaskını takıyor ama bir ay boyunca Trabzon’da motorla dolaşırken hiç kasklı görmedim. Yeri gelmişken anlatayım; Musa Paşa Camii’nde çekimdeyiz. Adem hocanın yanında oturmuş monitöre bakıyorum. 10 saniye kadar ara verildi, çekim başlayacak ama herkes otururken bir kişi zıplayıp duruyor. Eğilip monitöre dikkatle baktık; İsrafil yukarılara doğru sıçrıyor. Adem hoca seslenip uyardı, “İsrafil n’apıyorsun oğlum?” İsrafil çok normalmiş gibi cevap verdi, “Hocam, yukarıda klima var, serinlemek için klimaya doğru zıplıyorum.” (Not: İsrafil hikayelerimiz devam edecek…)