28 Ağustos 2016 Pazar
27 Ağustos 2016 Cumartesi
24 Ağustos 2016 Çarşamba
22 Ağustos 2016 Pazartesi
İsrafil Köse
İlk kez Emret Komutanım dizisinde tanıdım. Çünkü onun Laz Cemal sahnelerini ben yazıyordum. İstanbullular, Samsun'u geçtikten sonra herkese laz dediği için ikimiz de 'Laz'dık. Oysa ben Çayelili, o Borçkalıydı. Benim için de, İsrafil için de bu tırnak içindeki ‘Laz’lık hiç sorun olmadı. Çünkü öncelikle işimizi iyi yapmaya çalışan iki Karadenizliydik. Yıllar süren Emret Komutanım dizisi, sonrasında Sümela'nın Şifresi Temel, Moskova’nın Şifresi Temel ve Bizum Hoca filmi derken İsrafil ile yine yolumuz kesişmişti. Sümela'nın Şifresi Temel'in 3.'sünü çekecektik. Cuma günü Üçgen Yapımevi’nde filmdeki rolü üzerine biraz laflamıştık İsrafil’le. Pazar günü acı haber geldi. Sevenleri gerisini medyadan takip etmiştir.
“Şöyle iyiydi, böyle iyiydi”nin dışındaki, ‘Benim İsrafilim’i anlatayım biraz.
Saflığı ve temizliği yüzünden oyuncu arkadaşlarımızın ve film ekibinin eğlence kaynağı olurdu setlerde. Ama hep bir yandan, aslında İsrafil'in bu arkadaşlarımızı işlettiğini ve gizlice eğlendiğini düşünürdüm.
Moskova’nın Şifresi Temel filmi çekimleri sırasında İspanya - İtalya Avrupa Şampiyonası final maçını seyrediyoruz ekip halinde. Benim başını çektiğim bir grup İspanya’yı, diğer bir gurup da İtalya’yı tutuyordu. Maçın hemen başında İspanya öne geçmişti. İşler tıkırındaydı yani. Ama sanki İspanya yenikmiş ve kötü oynuyormuş gibi İsrafil, “Bu Del Bosque’de iş yok, Messi’yi niye oyuna sokmuyor?” dedi. İspanya’yı Barcelona zannetti diye düşünen bütün oyuncu tayfası ve film ekibi İsrafil’e sardı. Sonrasında İspanya’nın İtalya’yı 4-0 yenmesinden bile zevk alamadım bu dalga geçme seansı yüzünden. Herkes yüklenirken İsrafil’in kıs kıs gülmesine bir ben mi takılıyordum acaba? Bu adam maden mühendisliği bitirmiş ve oradaki oyuncuların toplam kariyerleri kadar dizi ve filmde oynamıştı. Kuvvetle ihtimal, renksiz hayatlarımıza renk katmak için bu kıtırları atıyordu İsrafil.
Acaba şimdi de büyük hedefleri olan, kariyer planları ve 30 yıl sonrasına yatırım yapanlarla mı dalgasını geçti?
Kaldık mı şimdi kakalak dünyamızda başbaşa…
Şimdi kim uyanık, külyutmaz, dalga geçilemez ama her şeyle dalga geçen bizlere kıtır atacak? (Yazının orijinali Gazete duvaR'da yayınlanmıştır. http://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2016/08/24/simdi-bizlere-kim-kitir-atacak/)
“Şöyle iyiydi, böyle iyiydi”nin dışındaki, ‘Benim İsrafilim’i anlatayım biraz.
Saflığı ve temizliği yüzünden oyuncu arkadaşlarımızın ve film ekibinin eğlence kaynağı olurdu setlerde. Ama hep bir yandan, aslında İsrafil'in bu arkadaşlarımızı işlettiğini ve gizlice eğlendiğini düşünürdüm.
Moskova’nın Şifresi Temel filmi çekimleri sırasında İspanya - İtalya Avrupa Şampiyonası final maçını seyrediyoruz ekip halinde. Benim başını çektiğim bir grup İspanya’yı, diğer bir gurup da İtalya’yı tutuyordu. Maçın hemen başında İspanya öne geçmişti. İşler tıkırındaydı yani. Ama sanki İspanya yenikmiş ve kötü oynuyormuş gibi İsrafil, “Bu Del Bosque’de iş yok, Messi’yi niye oyuna sokmuyor?” dedi. İspanya’yı Barcelona zannetti diye düşünen bütün oyuncu tayfası ve film ekibi İsrafil’e sardı. Sonrasında İspanya’nın İtalya’yı 4-0 yenmesinden bile zevk alamadım bu dalga geçme seansı yüzünden. Herkes yüklenirken İsrafil’in kıs kıs gülmesine bir ben mi takılıyordum acaba? Bu adam maden mühendisliği bitirmiş ve oradaki oyuncuların toplam kariyerleri kadar dizi ve filmde oynamıştı. Kuvvetle ihtimal, renksiz hayatlarımıza renk katmak için bu kıtırları atıyordu İsrafil.
Acaba şimdi de büyük hedefleri olan, kariyer planları ve 30 yıl sonrasına yatırım yapanlarla mı dalgasını geçti?
Kaldık mı şimdi kakalak dünyamızda başbaşa…
Şimdi kim uyanık, külyutmaz, dalga geçilemez ama her şeyle dalga geçen bizlere kıtır atacak? (Yazının orijinali Gazete duvaR'da yayınlanmıştır. http://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2016/08/24/simdi-bizlere-kim-kitir-atacak/)
20 Ağustos 2016 Cumartesi
Ciğer Plan
Close-Up, yani Yakın Plan... Abbas Kiyarüstemi'nin 1990 yapımı filmi. Filmi anlatmak değil amacım. Elindeki mührü aynı stampaya batırırcasına hep aynı işler çıkaran, Örümcek Adam'ına da, aşk filmine de katlanamadığım Hollywood ve 'ödül' sinemasından bıktıysanız zaten seyretmiş ya da seyredeceksinizdir. Burada ara sıra bahsettiğim bir konudur açmak istediğim; "özelinde sinema, genelinde sanat, para ile değil yürekle (beyin) ilgilidir.' Türkiye'deki cafcaflı bir tv dizisinin maliyetiyle çektikleri filmlerle kendi halkını da dünya halklarını da sarsabiliyorlar. Çünkü insanın dehlizlerinde gezinebiliyorlar. Şahane kameralar, kamyonlarca ışık malzemesi, yüzlerce görevlinin koşuşturduğu büyük bir set lüksü değil İranlı sinemacıların sorunu... İnsanı... saf, çıplak insanı merkeze koyuyorlar. Biz niye varamıyoruz bu saf, çıplak insana? Yani kendimize... Sinema, İran'da da çarkları tıkır tıkır işleyen bir sektör değil, bizde de... Bizde de demokrasi 'tırt' onlarda da... Epey bir benzer kültürel yapı ve aynı köklerden beslenme hali var yani. Yılmaz Güney'i (biraz Metin Erksan ve Lütfü Akad, zorlarsak bir kaç isim, belki filmi) dışında tutarsak bir dalga ya da akım yaratacak Türk sineması dili, estetiği yok ortada.
Ama nasıl oluyorsa oluyor Kiyarüstemi, Panahi, Mahmelbaf, Farhadi, Macidi, Mehrjui, Naderi vs. vs. kendi toplumları üzerinden yeni kültürel, entellektüel değerler ortaya koyuyorlar ve el alemin Norveçlisine, Amerikalısına, Almanına, Fransızına seyrettirip, ödüllerini alıyorlar. Bunu, kıta Avrupa'sına göz kırpayım, ödül almak için onların dertlerini benimmiş gibi yorumlayayım, diyerek yapmıyorlar. Kimlik bunalımı yaşayan İranlı bir aydının hezeyanını değil, savaştan kaçmış Afganlıları, Kürtleri, sinema için yanıp tutuşan ve bu uğurda yalan söyleyenlerin tutkularını, gündelik dertlerini, kendi toplumsal ve kişisel eksikliklerini anlatarak yapıyorlar. İranlı yönetmenler 50 yılda, hem bu filmleri sevecek bir seyirciyi oluşturdular, hem de oluşan bu dinamik seyirciyle birlikte kendilerini de eğittiler. Birlikte büyüyen genç bir anne ve kızı gibi.
İranlı yönetmenler birbirleri için senaryo yazdılar, birbirlerinin film setlerinde çalıştılar ve içlerinden birisi öldüğünde sanki kendisi ölmüş gibi ağladılar. (Bkz: Panahi/Kiyarüstemi)
Noktalı yerleri siz doldurun...
Ama nasıl oluyorsa oluyor Kiyarüstemi, Panahi, Mahmelbaf, Farhadi, Macidi, Mehrjui, Naderi vs. vs. kendi toplumları üzerinden yeni kültürel, entellektüel değerler ortaya koyuyorlar ve el alemin Norveçlisine, Amerikalısına, Almanına, Fransızına seyrettirip, ödüllerini alıyorlar. Bunu, kıta Avrupa'sına göz kırpayım, ödül almak için onların dertlerini benimmiş gibi yorumlayayım, diyerek yapmıyorlar. Kimlik bunalımı yaşayan İranlı bir aydının hezeyanını değil, savaştan kaçmış Afganlıları, Kürtleri, sinema için yanıp tutuşan ve bu uğurda yalan söyleyenlerin tutkularını, gündelik dertlerini, kendi toplumsal ve kişisel eksikliklerini anlatarak yapıyorlar. İranlı yönetmenler 50 yılda, hem bu filmleri sevecek bir seyirciyi oluşturdular, hem de oluşan bu dinamik seyirciyle birlikte kendilerini de eğittiler. Birlikte büyüyen genç bir anne ve kızı gibi.
İranlı yönetmenler birbirleri için senaryo yazdılar, birbirlerinin film setlerinde çalıştılar ve içlerinden birisi öldüğünde sanki kendisi ölmüş gibi ağladılar. (Bkz: Panahi/Kiyarüstemi)
Noktalı yerleri siz doldurun...
12 Ağustos 2016 Cuma
Fidel
"Dünya bir pasta olsun... Çeşitli ülkelerde mum niyetine 83 devrim ateşi yansın... Emperyalizm bu mumları söndürmek için üfledikçe ateş daha da harlansın...
Yaşayan bu efsanevi büyük insana sevgiler..."
Yaşayan bu efsanevi büyük insana sevgiler..."
Böyle yazmışım 7 sene önce 83 yaşına girdiğinde... Şimdi 90. yaş günü... Bir yanda paranın etrafında öbeklenen, daha fazla mal mülk için birbirini yiyen maneviyatçı liderler, diğer yanda halkı gibi giyinen ve yaşayan materyalist bir lider...
9 Ağustos 2016 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)