7 Ağustos 2017 Pazartesi

What Happened Miss Simone

Belgeseli seyrederken şu fikir dolanıp duruyordu beynimde; kökleri, sudan çıkan ilk canlı hücreye mi yoksa ilk alet yapan homosapiense mi dayanıyor bilmiyorum ama isyan genetik bir kod ve aktarılıyor. M.Ö 2017 ile 2017 arasında bir fark yok. Her devir kendi üretim ilişkisini ve sömürüsünü dayatıyor. İnsan, doğayla olan mücadelesinde, doğanın bir ürünü olan diğer insanlarla da mücadele ediyor, birbirini sömürüyor milyonlarca yıldır. Sayıları çok olmasa da bazıları buna kanıyla, canıyla, yazdıklarıyla çizdikleriyle, sesiyle vs vs. karşı çıkıyor.
7 yıl önce ilk kez bir şarkısını dinlerken elimdeki senaryoyu bırakmak zorunda kalmıştım. Hem yazıp hem dinleyememiştim çünkü. Sanki bir komutan gibi "Beni rahatta dinle!" diye komut vermişti. Sonra diğer albümleri filan derken çevirilerle şarkı sözlerini de öğrendim.
Dün gece What Happened Miss Simone'u seyrederken onun da Spartaküs'le, Bruno'yla, Che'yle, Mahir Çayan'la akraba olduğunu hissettim. İsyanın şiddeti, dozu önemli değil, isyan etmeyi, insan olmanın zorunluluğu olarak algılamaları aynı.
Yani, meseleyi "sisteme karşı gelirsen mutlaka bedelini ödersin" diye değil, "sisteme karşı gelmeden nasıl durabilirim ki?" diye algılayan insanların milyonlarca yıllık akrabalığı, bahsettiğim şey.
Che'nin, Küba devriminden sonra Marks'ın ekonomi yazılarını okuması gibi, Nina Simone de 1960 yılı Ku Klux Klan ABD'sinde sokaklarda yürüyüp şarkı söylerken Marks'tan, Lenin'den haberi oluyor.
Bu şelale sesli kadının belgeselinden sonra yukarıdaki gibi bir şeyler yazmayı düşünürken bir arkadaşımızın bu minvalde yazdığı yazıyı fark ettim; "Nina Simone, bana dünyadaki diğer insanlarla birlikte aslında bir bütünü oluşturduğumu, onlardan ayrı ve ayrık olarak kendimi tanımlamamam gerektiğini öğretti bana. İşte o yüzden bir parçanın bir bütüne tutunması gibidir Simone'un sesinde pasaportsuz vizesiz dünya seyahatim." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder