Whistle Down The Wind'i 4 yıl önce, Sundays and Cybele'i de dün seyrettim. Merkezinde kız çocuklarının olduğu iki film.
Bryan Forbes'in Whistle Down The Wind'ını seyrettiğimde ismi, Ahırdaki İsa olmalıydı demiştim. Bir kanun kaçağı, sığındığı çiftlikteki ahırda saklanırken çocuklar tarafından görülür. Çocuklar, kanun kaçağını İsa zanneder ve tarihin en naif ve en çocuksu filmi ortaya çıkar. Çiftliğin küçük kızı Kathy'in, İsa'nın yeryüzüne döndüğünü ve onların ahırını seçtiğini düşünmesiyle başlayan ve hayal kırıklığıyla sonlanan hikaye, ne Vatikan'ı kızdırır ne de domatesin içinde 'Allah' yazısıyla hikmet arayanlara koz verir. Başka sularda yüzen, çok özel ve şahane bir film.
Serge Bourguignon'un yönettiği Sundays and Cybele'de ise babasız bir kız çocuğu ve Vietnam Savaşı sırasında bir Vietnam köyünü bombalarken uçağı düşüp hafızasını yitirmiş pilot Pierre var. Pilot düşerken yakın planda bir Vietnamlı kız çocuğunu bağırırken görür. Pierre'in son hatırladığı budur. Babasız Cybele ve mazisiz Pierre'in hikayesi, 'Leon Sevginin Gücü'ne esin kaynağı olmuş.
Sonuç itibariyle, 40 yıl önce Seven Samurai filmini seyrettikten sonra farkına varmış ama teorize edememiştim; bu filmden neden daha başka bir tat aldım?
Bir tarafta Hollywood ve onun biçimlendirdiği kalıplara dökülmüş bir sinema var, diğer tarafta ise hayat gibi raslantısal, seyirciyi (Brecht'in deyimiyle katarsise) doyuma ulaştırmayı hedeflemediği için çok sıradan, çok sahici ama çok görkemli bir sinema var. Hollywood'un formatladığı anlayıştan da çok değerli filmler çıktı, çıkıyor ama hep ben bu sinemayı sevdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder