Uzun zamandır yazamıyordum...
Yazmıyordum, içimde bir telaş ve heyacan vardı. Bir zamanlar ilgiyle takip ettiğim dizilerin senaristleri ile tanışmıştım.
İçimde yazmaya dair hissettiğim heves evrim geçirmiş, tutkuya dönüşmeye yüz tutmuştu.
Bu duygu kısmen bazen de tamamiyle beni aklı selim düşüncelerden kopardı.
Yazarak başladığım, yazdıkça yaşadığım, bu sitede yayınlandıkça daha çok arzuladağım bir sürecin ardından, içimde bir doyumsuzluk belirdi. Acaba artık bir kademe ilerisi için zaman gelmişmiydi, dedim ama hata ettim.
İnsanın önündeki tek engel kendisi, eğer bir yolda kendisi ile mücadeleden galip çıkmayı başarabilirse, gerisi çok daha kolay.
İnsanın önündeki tek engel kendisi, eğer bir yolda kendisi ile mücadeleden galip çıkmayı başarabilirse, gerisi çok daha kolay.
İç ses durmadan acele ettiriyor insanı; "Daha ne olacak ki, oldun artık, hadi sabır sabır neyin sabrı?" İşte birinci aşama burada tamamlanıyor.
Nasıl mı, çizgiyi kesintisiz sürdürerek, içteki ve dıştaki seslerin sadece doğrularını süzüp, özellikle kendini yücelten, olduğundan daha iyi gösteren sesleri bertaraf ederek.
Tehlikeli iç ses kadar, dış sesler de geçmişe nazaran daha tehlikeli kanımca.
Tehlikeli iç ses kadar, dış sesler de geçmişe nazaran daha tehlikeli kanımca.
Neden mi, iletişim ve bilişim çağının çocuklarıyız. Özellikle sanal iletişimde gelinen nokta, karşılıklı etkileşimi hem seviyesiz hem olağandan çok etkili hale getiriyor.
Ufak tefek paylaşımların geri dönüşleri bazen haddini çok fazla aşıyor, düşünün ki bir edebiyat öğretmeni, bir mimarın projesini değerlendirip, kritik etme, projeyi övme ve başarılı bulma yetkisini kendinde bulabiliyor, işin daha da enteresanı o projenin mimarı, o övgü ve yergileri tamamen duygusal bağlamda kabullenebiliyor.
Bu durum yeni dünya kapitalist sisteminin, üretime ve üretene vurduğu en büyük darbedir işte, tek kelimelik halide kibirdir.
Bu durum yeni dünya kapitalist sisteminin, üretime ve üretene vurduğu en büyük darbedir işte, tek kelimelik halide kibirdir.
Bireyi, bireyselliği ön plana çıkaran, hedef tahtasına bireyi koyan sistem; estetik, sanatsal kaygılardan uzak saman tadında, basit, kolay tüketilen olguları en pahalısından satıyor.
İşte böyle bir anafora kapılma durumundaydım ki, teğet geçtim.
İşte böyle bir anafora kapılma durumundaydım ki, teğet geçtim.
Sisteme hakikaten bir "One Minute" dedim. 24 Temmuz günü hayatımın en uzun süren peşi sıra iki telefon görüşmesiyle; biri Yılmaz Okumuş ile diğeri Müfit Can Saçıntı... Bu iki değerli ağabeyim biri bir omzumdan diğeri diğer omzumdan tutup çektiler beni girdabın hemen yanı başından.
Yani dostlar, ben senarist olmak istiyorum, mizah yazmak istiyorum. Endüstriyel topluma hizmet etmek için değil, ben kendimi yenmek, bu işin en iyisini, en güzelini, en faydalısını, yani babasını yapmak için senaryo yazmak istiyorum. Onun içinde hepinizin huzurunda bu iki koca adama teşekkür etmek istiyorum; Sağol Yılmaz Abi, Sağol Müfit Abi, varolun.
Yani dostlar, ben senarist olmak istiyorum, mizah yazmak istiyorum. Endüstriyel topluma hizmet etmek için değil, ben kendimi yenmek, bu işin en iyisini, en güzelini, en faydalısını, yani babasını yapmak için senaryo yazmak istiyorum. Onun içinde hepinizin huzurunda bu iki koca adama teşekkür etmek istiyorum; Sağol Yılmaz Abi, Sağol Müfit Abi, varolun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder