Puslu Manzaralar filmiyle birlikte ustanın belli başlı bütün filmlerini seyretmiş oldum. Alışkanlık olduğu üzre filmle ilgili okumalar da yaptım. Rasseneur nikli bir kardeşimizin Puslu Manzaralar'dan yola çıkarak Ekşi Sözlük'te yazdığı yazıyı beğendim ve altına imzamı atarım kabilinden sizlerle paylaşıyorum.
"Film bittikten sonra kendi kendime 'bir zamanlar bu dünyada Theo Angelopoulos yaşadı' dedim. Bir süredir işyerimde yeni çalışmaya başlayan gençleri gözlemliyorum da, niyeyse yeni neslin hayatıyla ne yapacağını bilmeyen bir güruh olduğuna dair bir his var içimde. Sürekli kendilerine somut amaçlar koyan, onlara ulaştıkça yenilerini ekleyen, ama biraz geniş planda bakıldığında yolunu izini kaybedip bir kaos içinde sürüklenip duran, onca büyük bir coğrafyada aralarında bir arpa boyu mesafe olan bir noktadan diğerine ulaştığı için kendini başarılı sayan kaybolmuş insanlar bunlar. Duygular, içgüdüler, doğa, felsefe, ahlak sanki bu insanların umurunda bile değil. Günlük hayat için fonksiyonel olmayan hiçbir şey ilgilendirmiyor onları. Onca pahalı kolejler, batı standardında eğitimler, lüks içinde büyüyen ve istediği her şeye ulaşan insanlardan kurulu bu topluluğa bakıyorum da onlardan biri olmak kendi kendini cehenneme kilitlemek gibi bir şey olsa gerek. Toplumun bütün kaynaklarını akıtarak yetiştirdiğimiz bu eğitimli kitle aslında bencil, cahil ve yozlaşmış bir insan sürüsünden ibaret. Böyle olmamalıydı. çocuklarınıza doğayı, sanatı, insanı sevdirmeliydiniz. Güzel kıyafetler almadan önce güzel kitaplar almalıydınız. Okul derslerini öğrenmesini istediğiniz kadar Angelopoulos'u, Tarkovski'yi, Kieslowski'yi de öğrenmesini istemeliydiniz. Tabi bunların olması için öncelikle sizin kendinize böyle bir yaşam kurmanız gerekliydi; ama lüks evler, son model arabalar, en güzel/yakışıklı eşi seçme, sürekli daha çok zengin olma, daha çok itibarlı olma, daha çok başarılı olma arzusundan böyle şeylere zaman kalmadı.
İyi ki böyle adamlar böyle filmler çekiyor, böyle kitaplar yazıyorlar. Arınmak, özüne dönmek, uzun bir aradan sonra tekrar gerçek bir şeyler hissedebilmek için yorulmadan, bıkmadan insanlara açık birer teklifte bulunuyorlar. Allah razı olsun."
"Film bittikten sonra kendi kendime 'bir zamanlar bu dünyada Theo Angelopoulos yaşadı' dedim. Bir süredir işyerimde yeni çalışmaya başlayan gençleri gözlemliyorum da, niyeyse yeni neslin hayatıyla ne yapacağını bilmeyen bir güruh olduğuna dair bir his var içimde. Sürekli kendilerine somut amaçlar koyan, onlara ulaştıkça yenilerini ekleyen, ama biraz geniş planda bakıldığında yolunu izini kaybedip bir kaos içinde sürüklenip duran, onca büyük bir coğrafyada aralarında bir arpa boyu mesafe olan bir noktadan diğerine ulaştığı için kendini başarılı sayan kaybolmuş insanlar bunlar. Duygular, içgüdüler, doğa, felsefe, ahlak sanki bu insanların umurunda bile değil. Günlük hayat için fonksiyonel olmayan hiçbir şey ilgilendirmiyor onları. Onca pahalı kolejler, batı standardında eğitimler, lüks içinde büyüyen ve istediği her şeye ulaşan insanlardan kurulu bu topluluğa bakıyorum da onlardan biri olmak kendi kendini cehenneme kilitlemek gibi bir şey olsa gerek. Toplumun bütün kaynaklarını akıtarak yetiştirdiğimiz bu eğitimli kitle aslında bencil, cahil ve yozlaşmış bir insan sürüsünden ibaret. Böyle olmamalıydı. çocuklarınıza doğayı, sanatı, insanı sevdirmeliydiniz. Güzel kıyafetler almadan önce güzel kitaplar almalıydınız. Okul derslerini öğrenmesini istediğiniz kadar Angelopoulos'u, Tarkovski'yi, Kieslowski'yi de öğrenmesini istemeliydiniz. Tabi bunların olması için öncelikle sizin kendinize böyle bir yaşam kurmanız gerekliydi; ama lüks evler, son model arabalar, en güzel/yakışıklı eşi seçme, sürekli daha çok zengin olma, daha çok itibarlı olma, daha çok başarılı olma arzusundan böyle şeylere zaman kalmadı.
İyi ki böyle adamlar böyle filmler çekiyor, böyle kitaplar yazıyorlar. Arınmak, özüne dönmek, uzun bir aradan sonra tekrar gerçek bir şeyler hissedebilmek için yorulmadan, bıkmadan insanlara açık birer teklifte bulunuyorlar. Allah razı olsun."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder