Özellikle bordo - mavi Barcelona formalı fotoğrafını aradım. Yıl 1974. Çayeli'nde televizyon yayınlarını 'paket yayın'la izliyoruz. Trabzon verici istasyonundan, haftanın 3 günü yayın yapılan dönem yani. 1974 Dünya Kupası başlamış, sadece 3 günde hangi maçı seyredebiliriz ki? O da ne, bizim antenleri biraz daha kuzeye çevirince SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) üzerinden her maçı seyrediyormuşuz meğer. Filmlerin önünde yayınlanan reklamlardan, gazetelerin spor sayfalarından ve spor dergilerinden aklımda kalan Brezilya diye bir cambazlar takımı ve onun başcambazı Pele var. Asıl onlar seyredilmeli çünkü futbolu bir başka oynuyorlar. Fakat maçları seyretmeye başlayınca öğrendim ki Pele 1974'e katılmamış. Brezilya da hiç anlatılan Brezilya gibi değil. Hemen elendiler zaten. Ama bir takım vardı daha önce hiç bahsedilmeyen; Portakallar...
Mahalle aralarında 'Ben Peleyim, ben Rivelino'yum, ben Tostao'yum" dediğimiz ama "Ben Kıroyf'um, ben Renzenbirik'im, ben Netzer'im" demediğimiz yıllar. Çocuk aklımla hemen çarpılmıştım bu çelimsiz adama ve oynadığı takıma...
Çocuğuz, her şeyi bir sirk estetiğiyle beğeniyoruz; eğlenceli, büyüleyici değilse ne yapayım onu? Bana ne kakalak, makine nizamındaki Almanya'dan, İtalya'dan... Hala aynı düşünüyorum o ayrı.
(En acımasız insan bile 'içimdeki büyümeyen çocuk' geyiği yapar. İçimdeki bir türlü büyümeyen çocuk güzellemesi yapmayacağım ama hala beceriksiz, ticaretten anlamayan, gazoz kapağını önemseyen Fırat'la - Avanak Avni karışımı salak çocuk tarafından yönetildiğim için kim sirk kıvamındaysa onu tutuyorum. Ve kaybediyorum tabii.)
İkinci maçlarında büyülenmiş ve Brezilya'dan boşalan yere 'portakallar'ı, Pele'den boşalan yere Cruyff'u koymuştum.
Sanki bir sistemleri yokmuş gibi herkes her yere koşturuyordu. O zamanlar Ömer Üründül de maçlarda yorumcu olmadığı için sahada neler olup bitiyor anlamıyoruz tabi.
Kaotik bir şey gibi ama hep aynı kaotikliği tutturabildikleri için de sanat eseri gibiydi Hollanda Milli Takımı. Şimdi o döneme bir isim koysam; Otomatik portakallar derdim...
Sonra yıllar yılları kovaladı... Cruyff gitti, benim neredeyse Trabzonspor kadar sevdiğim Barcelona'da oynadı. Sonra Barcelona'nın teknik direktörü oldu ve bir daha bileği kolay kolay bükülmeyecek sistemin tohumlarını attı.
Beyaz İspanyol'lara ve büyük reisleri Franco'ya inat bir Katalan gibi yaşadı. Oğlunun adını, Katalanların koruyucusu Aziz Jordi'nin adından esinlenerek Jordi koydu.
Sigara mı futbol mu, sorusuna, 'sigara' diyebilecek kadar serkeş, soyunma odasında dua eden futbolculara hayret edip, bir tane kazananın olacağı karşılaşmada neden dua ederler ki, (tanrı hanginizi tutsun, daha çok dua edeni mi) diye soracak kadar sofistike bir abimizdi.
Onun kadar bir de Maradona ve Messi'yi sevdim.
Tot ziens Cruyff... En azından ben seni hiç unutmayacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder