29 Temmuz 2009 Çarşamba

Endonezya'nın ve benim doğal zenginliklerim


Ne zaman Endonezya'nın, G.Afrika'nın, Kenya'nın ismini duysam içim bir tuhaf olur, ürperir.
Bu ülkelerdeki siyah ırka yapılan baskılara, yoksulluğa ve açlığa her insan gibi ben de üzülüyorum ama beni asıl ürperten; nam-ı diğer Mercek Saniye Hanım'ın coğrafya derslerinden kalan anılarımdı.
Coğrafyadan sınıf geçebilmek için; Endonezya'nın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, topraklarındaki solucan ve karınca sayısını eksiksiz bilmemiz gerekiyordu.
Bir solucan eksik yazınca o soruyu yapamamış sayılıyorduk.
Yazılılardan sonra yaptığımız, "Hocam ben Kenya'daki bütün büyükbaş hayvan sayısını tam yazmıştım ama, niye 2 verdiniz?.." gibi itirazlarımız Saniye Hanım tarafından, "Hayvanların bağırsaklarındaki tenyaları eksik yazmışsın evladım!.." şeklinde geri çevirilirdi.
Coğrafya kabusumuz olmuştu.
Diğer sınıflardaki arkadaşlarımız her normal liseli gibi matematik, fizik ve kimya'dan inlerken bizim 1-E sınıfı öğrencileri o güzelim İstanbul Boğazı'na bakarak Hutiler'le Tutsiler'i, G. Afrika'daki maden ocaklarını ve Bangladeş'in muson iklimini görüyordu. (Çok şanssız kuşaktık çook...)
Oysa her şey ne güzel başlamıştı.
Kabataş Erkek Lisesi’ndeki ilk günlerimizde, Saniye Hanım'ın ileri derecede miyop olduğunu öğrenip rahatlamıştık.
Üst sınıflardaki kıdemli ağabeylerimiz Saniye Hanım'ın bir metre önünü bile göremediğini, lakabının da "mercek" olduğunu söyledikten sonra coğrafya dersi bizim için çantada keklik olmuştu...
Kısacası çatır çatır kopya çekecektik...
Coğrafya derslerinde sınıfın şamatacı tayfasıyla arka sıralarda toplanıp, Galatasaraylı Gökmen'in topu altıpastan kale yerine Mithatpaşa Stadı'nın dışındaki köfte ekmekçilere atışını filan konuşuyorduk... (O zamanlar Maraton, Şansal Büyüka, Erman Toroğlu ve bilgisayarlı analizler filan yoktu... Kendi işimizi kendimiz görüyorduk, çok şanssız kuşaktık çook...)
Ben daha da ileri gidip coğrafya derslerinde, Gırgır Mizah Dergisi'nin "Çiçeği Burnundakiler" sayfasına karikatür çiziyordum.
Hatta bir keresinde Saniye Hanım yanıma gelip, çizdiğim karikatürü göstererek, "Aferim evladım, bu tuttuğun notlar yazılıda çok işine yarayacak" demişti. Sanırım çizdiğim karikatürü Ürgüp Peribacaları zannetmişti.
Bu hayati mesajı alamamış, Saniye Hanım'ım sınıfa muhtıra vermesini beklemiştik.
(O zamanlar muhtıralar havada uçuşurdu... Bkz. 12 Mart, 12 Eylül vs... Çok şanssız kuşaktık çook...)
Yazılı günü gelip çatmıştı.
Coğrafya kitabını açıp, kitabın yazarından basıldığı matbaaya kadar sular seller gibi kopya çekmiştik.
Saniye Hanım Meksika'nın yüzölçümünü sormuşsa, Meksika'nın komşusu Honduras'ın ve El Salvador'un yüzölçümünü de yazıyordum bonus olarak. Fazla mal göz çıkarmaz...
Saniye Hanım Filipinler'in bitki örtüsünü sormuşsa, civardaki bütün ülkelerin bitki örtüsünü de yazıyordum.
Politikacılarımız ülkenin 10 yıl sonrasını ne kadar görüyorsa, Saniye hanım da 1 metre ilerisini o kadar görüyordu nasılolsa...
6 sayfa dolusu cevap yazdığım için, Ortaköy'de okey oynamaya içim rahat gitmiştim. (O zamanlar Ortaköy'de kumpirciler, barlar, Best Model Of Turkey podyumlarından fırlamış fıstık gibi kızlar yoktu... Çok şanssız kuşaktık çook..)
Mutlu günlerimiz kısa sürdü tabii...
Saniye Hanım yazılı sonuçlarını kitlesel olarak okuyordu.
"Baycan, Hakan, Hayrettin, İsmail, Hüseyin, İzzet, Kemal, Namık Kemal, Nihat, Osman, Tamer ve Ahmet’e kadar hepiniz biiiiiiiiir... Ünsal’dan Sinan’a kadar ikiiiii...”
Hepimiz, okulun bahçesindeki büyük Kabataşlı Ömer Seyfettin heykeli gibi donup kalmıştık.
Şoku atlatıp, aldığı nota itiraz eden herkes Saniye Hanım'dan aynı cevabı alıyordu; "Kitapta yazılan değil, benim derste anlattıklarım önemlidir."
Saniye Hanım not defterine bakıp, birden, "Yılmaz kim?" diye sorunca içimi inanılmaz bir sevinç kapladı.
Yılmaz bendim ve 6 sayfa dolusu ıvır zıvır cevap yazmıştım.
Sınıf dökülmüş olabilirdi ama ben yıldızlı 10'uma kavuşuyordum galiba.
İdam edilmek üzere olan mahkumu, valinin emriyle son anda kurtaracak olan görevlinin sesi gibi gelmişti bu ses...
Sevinçle ayağa kalktım ama gelecekteki mesleğim belirlenmiş olarak oturdum yerime.
"Evladım sen yazmayı bu kadar çok sevdiğine göre yazar olacaksın galiba. 6 sayfa dolusu hikaye yazacağına, birkaç satırla doğru cevapları yazman yeterliydi. Otur biiir." (O zamanki hocalar çok ileri görüşlüydü çoook...)
Neydi bu yeterli cevaplar?
Biz arka sıralarda oturup şamata yaparken Saniye Hanım kitap dışı olarak neler anlatıyordu acaba?
Bir sonraki coğrafya dersinde arka sıralarda kimse kalmamıştı.
Herkes elinde kağıt kalemi, Saniye Hanım'ı dikkatle dinlemek için ön sıralarda oturma kavgası veriyordu.
Ufak tefek olduğum için, "Kısalar önde oturur oğlum, Milli Eğitim Bakanlığı’nın emri bu bilmiyor musunuz?" diyerek bizim tayfayı atlatıp ön sıraya kurulmuştum.
Can kulağıyla dinliyorduk ama Saniye Hanım, Barış Manço'nun hızlı devirli hali gibi konuşuyordu.
Hocamızın ağzından çıkan herşeyi yazıyorduk.
Hafta boyunca yazdığımız notlardan yeni bir coğrafya kitabı çıkıyordu.
2. coğrafya yazılısına kadar elimizde yüzlerce sayfa not birikmişti.
2. sınavın sonuçları ilkine göre iyi, sınıfı geçmemiz için hala kötüydü.
1'ler 2, 2'ler 3 olmuştu.
Saniye Hanım'a göre; derste her anlattığını değil, üzerinde önemle durduğu ayrıntıları yazmamız gerekiyordu.
Haydaaa!.. Bu iş böyle olmayacaktı.
Saniye Hanım'ın ağzından çıkan herşeyi yazmak yerine, bize puan aldıracak sihirli sözcükleri bulmamız gerekiyordu.
Artık psikopata dönmüştük.
Hocamızın kaş göz işaretinden ve derin nefes alış verişlerinden mana çıkarıyorduk.
"Oğlum bence 3. yazılıda kesinlikle Nijerya'nın bitki örtüsünü soracak..." kehanetinde bulunanın kanıtı, "Görmedin mi, Saniye Hanım Nijerya'yı anlatırken yutkunup durdu." şeklinde oluyordu.
Bu arada bütün muhabbetlerimiz coğrafya olmuştu.
Mithatpaşa Stadı'nın bozuk zeminini And Dağları'na, yağmurlu ve sisli bir havada Ortaköy'ü Londra'ya benzetmeye başlamıştık.
Sonuç itibariyle coğrafyadan kör topal, ikmale kalarak filan geçmiştik ama herbirimiz bir büyükelçi kadar yabancı ülkeleri, bir lise öğretmeni kadar da coğrafyayı bilir olmuştuk.
Saniye Hanım sayesinde ayrıntının önemini kavramıştık.
Bugün Himalayalar'ı, Kongo'yu, Arjantin'i Kadıköy'den ve Eminönü'nden daha iyi biliyorsak bu Saniye Hanım sayesindedir. (Yok yok, çok şanslı kuşaktık çook...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder