11 Aralık 2009 Cuma

Hayatta taksiye binmem anne

1976’dan 1984’e kadar süren büyülü yıllar…
Trabzonspor fırtınası esiyor. Sadece Türkiye'de de değil, Avrupa'da bile... En azından Avrupa'nın devlerini Avni Aker'de dize getiriyoruz.
Beşiktaş Akaretler’de oturuyoruz. Evimiz İnönü Stadı’na çok yakın, Akaretler yokuşunun biraz ilerisinde. Beşiktaş’tan yola çıkıp Dolmabahçe’den 10 dakika yürüyünce stada geliyorsun.
Senede 3 kere seyredebildiğim Trabzonspor yine bir maç için İnönü’de. Rakip Beşiktaş. Hava biraz yağışlı gibi. Annem, “Hava soğuk, taksiye, dolmuşa filan bin” diyor.
Bende takımıma ait sadece bir karton şapka var ama on bin metrelik bir bayrak taşıyormuş gibi havalıyım.
“Hayatta taksiye binmem anne” diyorum. Bordo – mavi şapkayla bütün o Dolmabahçe yolunu nasıl havalı yürüyeceğimi filan anlatıyorum ama ana yüreği, hala “Üşürsün” diyor.
Beyazlarını çekmiş deniz üsteğmenler halt etmiş yanımda. Omuzu madalyalarla dolu bir Kurtuluş Savaşı gazisi gibi hissediyorum kendimi yürürken. Havalar binbeşyüz yani.
Bütün maç boyunca “İnönü hamsi koktu” diye tezahürat yapan Beşiktaş taraftarını 2 golle susturuyoruz. Beşiktaş : 0 Trabzonspor : 2
Hayır, balıktan anlasalar gam yemeyeceğim. Lan insan hamsiyi hakaret malzemesi olarak kullanır mı hiç? Böyle kokuturlar işte İnönü’yü…
Maç bitmiş, İnönü boşalıyor… Bu kez elimde bir tane yeni bordo mavi bayrak var. Birkaç tanıdık Trabzonsporlu’dan ayrılıp Dolmabahçe yolunda eve doğru yürüyorum. Etraftan imrenerek bakan BJK’lıları (Başka zamanlarda FB’li ve GS’li oluyorlar…) fark ediyorum. Sanki altımda, Türkiye’de bulunmayan bir Ferrari var ve bunlar da “Vay be, adamdaki arabaya bak” gibilerden iç çekerek bakıyorlar.
Bordo – mavi şapkamın tereğini şöyle bir oynatıp hafiften kasılıyorum. Trabzonspor bayrağı elimde, Neil Amstrong’un Ay’a diktiği Amerikan bayrağından bile daha havalı duruyor.
Tek başıma yüzlerce Beşiktaşlının arasından yürüyüp, geçiyorum ve Akaretler’in yokuşunu tırmanırken içimden ‘soğuktan korunmam için bana taksiye binmemi öneren’ anneciğime yeni cevaplar üretiyorum, “Bu renkleri bir taksinin içine hapsedemem anne. 7 düvel görsün bordo - mavinin insana ne kadar yakıştığını. Bu bayrakla, bu şapkayla İstanbul’un 7 tepesini gezsem yeridir…”
O duyguyla, o savaş kazanmış komutan edasıyla evimiz Sarıyer’de bile olsa yürüyebilirdim.
Zaten ahtım var, annemler hala Beşiktaş Akaretler’de oturuyor. Ne zaman olursa olsun, tekerlekli sandalyede bile olsam, ilk şampiyonlukta bir tane karton şapka bulup, o Dolmabahçe yolunu yürüyeceğim.
Beklerim efendim…
(Not: Maradona 1986 Dünya kupasında İngiltere milli takımının alayını çalımlayıp attığı golden sonra, “Başka bir takım olsaydı, beni ceza sahasına sokmadan indirirdi. Bu gole biraz da İngilizlerin centilmenliğinin katkısı var” demişti. Şimdi düşünüyorum da haklarını yemeyeyim, Dolmabahçe’de hem de 2 – 0 yenilmiş oldukları halde en ufak bir ittirme kaktırma, sataşma olmadan yürüyebiliyordum. Bu biraz da o zamanki taraftarların, daha halk diliyle söylersem, ‘delikanlılığı’ndandı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder