Kieslowski’yi neden sevdiysem, Recep İvedik’i o nedenle sevmedim: Birincisini sevmem gerekiyordu, ötekini sevmemem.
Recep İvedik tuhaf bir film... “Halkımız”dan kimle konuşsam, Recep İvedik’i el üstünde tutuyor. Çocuklar tüm repliklerini ezbere biliyor... Oysa ben “racon gereği” bu filmi aşağılıyorum. Üstelik izlemediğim halde.
Aslında daha da tuhaf olan “racon”un kendisi... O ne diyorsa öyle yapmalıyız. Aksi halde ayıplanırız, cemiyet dışında kalırız.
Şu sıralar “Tamirci Çırağı” isimli bir kitap yazıyorum. Konusu şu: “Ben Hegelci diyalektiğe Marx’ın getirdiği yorumları analiz ettiğim için sosyalist olmadım. Aziz Nesin’in hikâyeleri, Milliyet Çocuk’taki çizgi romanlar ve Tamirci Çırağı gibi “ajite kokan ucuz şarkılar” beni sosyalist yaptı.
Şu anda, hayatı anlamaya çalışan yoksul ve gururlu bir çocuk olsanız, önünüzde hangi seçenekler var; Türk faşisti, Kürt faşisti veya Din faşisti olmak dışında?
Topluma yön verecek en güzel insanların, Beyoğlu girdabında kaybolması içinizi yakmıyor mu? Bu semt “yüksek bilgi” mikrobu saçıyor. Sayıları her gün azalan bir avuç değerli insan; gitgide artan “bilgi”leriyle birbirlerini bıçaklıyor, birbirini tüketiyor.
Peki ama ne olacak bu tamirci çıraklarının hali?”
Ahmet Kaya bir zamanlar bir tür Recep İvedik’ti... Onun müziğini dinlemek “kıro”luk sayılırdı. Kültürlü mekanlarda Ahmet Kaya’nın adı anılmazdı. Arabasıyla Mis Sokak’tan geçenler eğer Ahmet Kaya dinliyorlarsa, bir mezarlığın yanından geçermiş gibi korkuyla teybin sesini kısarlardı.
Ahmet Kaya’nın Beyoğlu’nda şimdiki saygınlığını görünce şaşırıyorum. Sümüklü faşistlerin linç edecek cesareti bulacağı kadar yalnız bırakılan kişi aynı Ahmet Kaya değil miydi?
Elimizdeki değerlere neden bu kadar hoyrat davranıyoruz? Neden herkese ve belki en çok kendimize düşmanız? Saygı ve sevgi sözcüklerine niye böylesine yabancıyız? Bu nasıl bir iş, bu nasıl bir racon, benim aklım ermedi.
Geçenlerde gizlice bir Recep İvedik DVD’si aldım... Basit, sevimli bir komedi filmi.
Recep İvedik’in görüntüsüyle tezat ilginç özellikleri var: Kızlara sarkıntılık etmiyor. Çocukluk aşkına hep sadık kalıyor. Eşcinsel kamyon şoförüne “racon gereği” kızıyor ama sonra yardıma da çağırıyor. Asla patron yalakalığı yapmıyor. Patronla konuşurken “siz”, işçiyle konuşurken “sen” diyen TV spikerlerine hiç benzemiyor. Ve içki içiyor, serumla bağlayacak kadar hem de...
Şimdi biri çıkıp bu Recep İvedik’in güzel bir insan olmadığını söyleyebilir mi?
Kemal Sunal’ın küpeli olduğu bir film vardı. Filmin sonunda “Şaban” küpelerini atıyor ve itiraf ediyordu: “Bu küpeleri kimliğmi saklamak için taktım. Yoksa öyle karı filan değiliz!”
O filmin bayağılığının yanında Recep İvedik, epik bir şaheser gibi kalıyor. Ama biz izlemeden raconu kestik, yaratıcısını küstürdük; onu motive etmedik.
Şimdi belki ikinci filmde “Şahan”, “Şaban”a dönecek. O zaman “Bakın biz söylemiştik ” diyerek, suratına tükürme şansını da yakalarız, ne mutlu.
70’lerde milyonlarca insanı devrimci yapan, en “apolitik” şarkıcılara bile solcu şarkılar söyleten, 8 yaşındaki çocukların aklını çelen iklim, böyle bir iklim miydi?
Bu yazıyı yazarken, BirGün’ün iki sayfası ÖDP’deki iç çatışmaya ayrılmıştı. Hepsi birbirinden değerli insanlar, birbirleri hakkında ne kadar “yüksek bilgi”ler oluşturmuş. Herkesi kendi odasında haklı çıkartacak ne yaman öyküler yazılmış.
Ne tartışmaymış arkadaş, daha ÖDP kurulmadan önce başlamıştı hala bitmedi.
Ben BirGün’ün yerinde olsam iki sayfamı bu tartışmalara değil kocaman bir çocuk köşesine ayırırdım. Oraya çocuklara erdemli ve çalışkan olmalarını öğütleyen komik çizgi romanlar, şiirler ve karikatürler koyardım.
20 yıldır süren bir tartışmanın, 20 yılda doğan 30 milyon çocuğa, bir Recep İvedik filmi kadar faydası oldu mu acaba?
İlyas Başsoy / BirGün / 12 Ocak 2009