28 Şubat 2010 Pazar

Filtreli faşizm

Tayyip Erdoğan, “Türkiye’yi bir yangın yeri gibi gösteriyorlar. Hükümete vuruyorlar. Piyasaları yüzde 6.5 düşürüyorlar. Buradan o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ‘Ne yapayım köşe yazarına hakim olamıyorum’ diyemezsin. Diyeceksin arkadaş!.. Bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi alt üst etmesine müsaade edemeyiz. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun, yarın feryat etmeye geldiğin zaman feryat etmeye hakkın yok” dedi.
Faşizm sermayenin ruhuna sinmiştir, içinde vardır. Gaspedilmiş, biriktirilmiş emek olan sermayeye el uzattığınız ve onu paylaşmak istediğiniz zaman gerçek yüzünü görürsünüz. Artık payınıza Hitler nazizmi mi düşer, Mussolini faşizmi mi sömürge faşizmi mi bilemem.
Sömürge faşizmlerinde ortak olan bir yan vardır; hazımsız, başka bir sese tahammülü olmayan yöneticiler. Bu yöneticiler kah apoletli olur, kah seçilmiş, farketmez. Hitler'i de Alman halkı seçmişti. Seçilmişlerin üstü örtülü faşizmine filtreli faşizm diyoruz.
Şimdi gelelim Tayyip Erdoğan'ın buyruğuna... Bu site küçük de olsa bir medya organı ve ben de bir medya patronuyum. Hemen bu emre uyup, yanımda çalıştırdığım tek kişi olan kendimi işten çıkarıyorum. Gerçi kendime maaş filan vermiyorum ama olsun, hükümetin icraatlarını az eleştirmedim... Bu pespaye, ABD'ye göbekten, AB'ye kucaktan bağlı, sistemin bir ürünü ve devamı olan iktidara vurup durdum.
Laf filan da dinlemiyorum, yapacak bir şey kalmadı...
Eleştiriye tahammülü olmayan 'filtreli faşizmin' mesajı almış ve yazarımızla yollarımızı ayırmış bulunmaktayız.
Padişahım çok yaşa!..

Serkan Engin / Bütün ötekiler benim

Bütün ötekiler benim
Alevi Eşcinsel bir Zenciyim
Ateist Travesti bir Mohikanım
Dersimli bir Laz, Lazistanlı bir Kürdüm
Berlinli bir Pigme, Kongolu bir Germenim

Ê dın gı ezım
Ez reşike kî êlevî û hevgayim
Ez Mohîkane kî travestî û bê xudê me
Laz e kî ji Dersime, Kirmance kî ji Lazîstane me
Pîgme kî ji Berlînê, Germene kî jî Kongolê me

Mtel manjurape ma vore
Alevi, bozobiç´i ar Afrikanuri vore
Ateisti, travesti ar Mohik´ani vore
Dersimuri ar Lazi, Lazonanuri ar kyurdi vore
Berlinuri ar P´igme, K´ongonuri ar Almani vore

Yes yem polor ayleri
Alevi yem, miyaseragan u sevamort
Anhavad serapoğ mı, Mohigan mı
Dersimi meç Laz mın yem, Lezkileri yergırum Kurt mı
Berlinzi Pigme mın yem, Kongoyum Germen mı

Tous les autres c’est moi
Un Alevi Homosexuel Noir
Un Athéiste Travesti Mohican
Un Laze de Dersim, un Kurde du Lazistan
Un Pygmée Berlinois, un Germain Congolais

I am all tne others
I am an Alewi Homosexual Negro
I am an Atheist Travesty Mohican
I am a Laz from Dersim, i am a Kurd from Lazistan
I am a Piygmy from Berlin, i am a German from Congo

Ich bın alle anderen
Ich bin ein homosexueller allevitischer Schwarzer
Ich bin atheistischer transvestischer Mohikaner
Ich bin ein Laser aus Dersim, ein Kurde aus Lasistan
Ich bin ein Pygmäe aus Berlin, ein Deutscher aus Kongo

Jag ar alla de andra
Jag är en Alevi Homosexuell Afro
Jag är en Ateist Travesti Mohikan
Jag är en Laz från Dersim, jag är en Kurd från Lazistan
Jag är en Pygme från Berlin, jag är en Tysk från Kongo

Ene külli xiruhim
Ene xelavi vü memin cüns hali vü xabidene
Ene bele reab vü trevesti vü mohiken
Ene dersimii vü lazi ve min lazistan vüahid kurdi
Berlini vüahid pigmi ve ene kongoli vüahid garmani

Serkan Engin: Zamanımızın iyi bir şairi
Kürtçe’ye çeviren : Mehmet Caymaz
Lazca’ya çeviren: Paluri Arzu Kal
Ermenice’ye Çeviren: Pakrat Ahparik
Fransızca’ya çeviren: Yıldırım Alexis Şanlı
İngilizce’ye çeviren : Serkan Engin
Almanca'ya çeviren: Naz Tuna
İsveççe'ye çeviren: Güldane Dal
Arapça'ya çeviren: Sabiha Kayabaş

Laz Marks uzun ince bir yolda

2009 0cak’ta başlayan serüvenimiz, bu yılın sonuna kadar sürecek olan Anadolu turnesiyle devam etmektedir. Önümüzdeki Nisan, Mayıs ve Haziran’da, Anadolu’daki bütün bölgelere ulaşmaya çalışacağız.
5 nisan’da Dersim’den (Tunceli) başlayacak olan turne, Doğu, Güneydoğu, İç Anadolu ve Batı Karadeniz’le sonlanacak.
Bu serüvende bize destek olmayı düşünen, “Laz Marks Emice bize de uğrasın” diyen gönül dostlarıyla iletişime geçmek istiyoruz.
Yoldaşlar, dostlar, gönül verenler, bize ulaşın...
Yazan: Yılmaz OKUMUŞ
Sunan: Haldun AÇIKSÖZLÜ
Desen: Tuncay AKGÜN
Genel Koordinatör: Alper KÜÇÜKDEVLET
0212 254 89 30-0554 738 36 90
kucukdevletalper@gmail.com
www.leman.com.tr www.cansenligi.org

Akıllı tahtalar geliyor

Okullarda artık klasik kara tahtaların yerini 'akıllı tahtalar' alacakmış.
Akıllı tahta ne kadar akıllıdır bilemiyorum ama gün boyunca şunları tekrar edip durursa o zaman akıllı tahta derim ona;
-Eğitim, insan olmakla kazanılan bi haktır; özelleştirilemez, paralı yapılamaz.
-Sen önce eğitimdeki uçurumu yok et dıngıl.
-Öğretmen açığı 150 bini aşmış, sen işin cilasındasın.
-Eğitimin içeriğini, tarikat - Fettullah - Adnan Hoca kafasıyla değil, çağdaş eğitimcilerle belirle...

26 Şubat 2010 Cuma

Konser oturarak izlenir

Sevgilin şöyle etli butlu, boylu poslu ve sen de ufak tefeksen açık alanda verilen konserlere gitme kardeşim. Özellikle Kuruçeşme ve Park Orman gibi yerlerden kaç.
Konserin 15. dakikası dolmadan sevgilin yakana yapışır...
- Burak, beni omuzlarına alır mısın, buradan hiçbir şey göremiyorum.
Ee ne yapacaksın, etrafta da bir sürü denyo sevgilisini omuzlarına almıştır çoktan. Örnek de var artık yanı başında, kaçarın kurtuluşun yok. Alacaksın omuzlarına. Yoksa en az 2 hafta saha kapama cezasını yersin. Elini bile tutturmaz.
Ulan teorik olarak mümkün değil, senin hatun 55 kilo, sen cep telefonuyla birlikte 58 kilosun. Çökeceksin yani…
Yan taraftaki ayıdan rica edilecek bir şey değil ki meret. Ateş olsa isteyeceksin ama, “Birader benim hatunu bir 5 dakika omuzlarına alabilir misin, sahneyi daha iyi görmek istiyo.” denmez.
Peki çözüm ne; Açık Hava, Hisarüstü ve Bostancı Gösteri Merkezi gibi oturarak seyredebileceğiniz konserlerin dışındaki konserlere bok atacaksın, gitmeyeceksin.
- O grup artık 80 yaşında, tekerlekli sandalyeyle sahneye çıkıyorlar. Hem ses düzeni berbat, gidip evde CD'den dinleyelim daha iyi valla.
Sevgili değiştiremeyeceğine göre konser değiştireceksin.

Kapitalizmi tarihin çöp tenekesine atmayın, beş para etmez*

* Geri dönüşüm işçilerinin çıkardığı Katık Dergisi'nin sloganı

25 Şubat 2010 Perşembe

Kuçuk burjuva kuçuk burjuva kuyruğun nerede?

Kuçuk burjuva, kapitalizmun bir gün kendisini öpup zengin bir pirense / pirensese çevireceği hayaliyle yaşar. Bu hayalle ömür boyi kendini önine gelen zengine öpturur. Sonuç; köti yola düşmiş bir ruh...
Kuçuk burjuva üretim aracina sahip değildur fakat, emeğini her gün piroleter gibi burjuvaya satmak zorinda da değildur. Giderek çoğalan ve çeşitlenen bu orta sinifi artuk ikiye ayiriyiruk.
1-Kuçuk burjuva 2-Kuçucuk burjuva
Esnaf, çiftçi, toprak sahibi köyli, kuçuk üretici, hizmet sektörinde çalişanlar, teknik elamanlar, oğretmenler, memurlar (kiravatli takumi), sanatçilar ve oğrenciler literatürdeçi kuçuk burjuvadur. Ama artuk bir de kuçucuk burjuva tanimina ihtiyaç duymaktayiz.
Ellerindeki az miktarda parayi faizde, repoda, dovizde, değerlenduren, böylece kendini enflasyona “ezdurtmeyen, işbilen, kafasi çalişan” kendini burjuvaymiş gibi hisseden bu gurup kuçucuk burjuvaziyi oluşturur. Bunlarun erkeklerine 'Rant', kadunlarina 'Rantiye' denur.
Kendi bireysel kurtuluş yolini bulduklarini zannettukleri içun, her türli toplumsal mucadeleye karşidurlar ve bu mucadelenin çağdişi olduğinun piropagandasini yaparlar.
Kapitalizmun nimetlerinden nasil yararlanduklarini ove ove bituremeyen kuçucuk burjuvazi ve onlarun dünya görişi, ülkemuzde yillardur suren depolitizasyon sürecinun da temel dayanaği olmiştur. (Devam edebiliruk, etmebiluruk da...)

Narsist ama güzel şiir

Üşüyorum,
içim titriyor.
Hava soğuk değil, beni üşüten sensin.
İçim kıpır kıpır,
sanki oyuna yetişen çocuk gibi,
heyecanlı ve mutluyum.
Önümü bile görmüyorum,
koşuyorum nereye bastığımı bilmeden,
sonra durup seni bekliyorum.
Konuşuyorum kendi kendime,
söylemeli miyim, anlatmalı mıyım seni sana?
Yoksa seni daha çok mu sevmeliyim?
Olsun sen gelme,
seni beklemek güzel, hiç girmediğin sokaklarda.
Yağmur da yağıyor hafiften,
olsun, seni yağmurda aramak güzel.
Koşuyorum tekrar,
yağmurdan kaçmıyorum,
seni görüyorum uzakta,
ağlıyorsun...
Ağlama, seni gülerken görmek güzel.
Tutamıyorum ama elinden,
olsun, sana uzaktan bakmak güzel.
Ve anlıyorum ki
seni daha çok sevmeliyim.
Gidiyorum,
olsun sen de git,
sana veda etmek de güzel.
Seviyorum seni,
olsun sen sevme.
Ben seviyorsam sen bahanesin,
seni sensiz sevmek güzel.
Birol Özkan

RTÜK'ün fikri neyse zikri de odur

Park mı abi, çok kalacak mısın - 1

24 Şubat 2010 Çarşamba

Bırakın bu ayakkabıları

Çabuk bu tank paleti gibi ayakkabıları olan adamı yoldan kaldırın. Birazdan Başbakan temel atma töreni için buradan geçecek, bu adamı ve ayakkabılarını görmesin!.. Bu adamın yerine 37 numara giyen birini getirin! Başbakan konuşurken, izleyicilerin ayaklarında plastik terlik olsun, hatta çıplak ayaklı dinleyiciler tercihimizdir.
İmza: AKP Yürütme Kurulu

Beni rahatta dinleyin arkadaşlar

- Arkadaşlar yeni komutanınızı tanıştırayım. Takoz Operasyonu çerçevesinde bütün subay ve astsubaylar gözaltına alındığı için Kraliyet Ordusu'na artık bu arkadaş komuta edecek. Raaaaat!.. Hazroool!..

23 Şubat 2010 Salı

Firavun'un MR'ı çekildi; 3 asır yok

Süt banyosu sırasında kasığında çekme oluşan Firavun'un dün Acıgeçirenbadem Hastanesi'nde MR'ı çekildi. Doktorlar, Firavun'un 3 asır piramitlerden uzak kalacağını, 2300'lerin başında düz koşulara başlayacağını belirtti.

Enver Gökçe / And olsun şart olsun

Böyle
taşların,
çukurların
içinde
kalmışsam,
yalnızsam,
hor
görülmüşsem,
arkasızsam
ve
böyleyse
bahtı
siyahım...
Yemin
kasem
olsun
ve
and
olsun,
şart
olsun,
yerde
kalmaz
ahım.

22 Şubat 2010 Pazartesi

1 varil petrol eşittur 1 Gustavo Colman

Uşaklar gazetedeki “Falkland gerginliği” yazisini göstererek sordi, Laz Marks Emice, habu üzerinde petrol batmiyan İnciltere, Arjantin’le hırlaşmaya başladi. Yoksa gene savaş mi çikacak?Evladum dedum, hiç merak etmayun, habu pokkiyen emperyalist kapitalistler bir damla petrol içun bile savaş çikarabilecek yeteneğe sahiptur.
Siz savaşi binlerce insanevladinun ölduği, ocaklarun sönduği, emekçi halkun daha da fakirleştuği bir şey olarak görursunuz ama onlar savaşlarda oksijen bulmiş gibi derin nefes alurlar. Sanayileri zaten savaş sanayine yaslanduği içun, savaş çikarduklari zaman düğun dernek kurup, bi de üstine kolbasti bile oynarlar.
Burada gözettuklari tek şey; kar zarar hesabidur. Kaç tane patriot attuk, kaç roket salladuk, kaç varil petrol kazanduk…
60 milyar varilluk rezerv, bu at sineklerinun Falkland Adasi’na üşuşmesi içun yeterlidur.
Haa, bu sirada bir suri Arjantinli ve İnculuz uşak ölecektur. E napalum; ‘savaş yan gelup yatma yeri değildur’, buni ünli bir Türk düşunurinden bileyiruk.
1982’de Falkland Savaşi’nda 649 Arjantinli ve 258 İnciluz askeri ölmişidi.
Merak etmayun, bunlar kar – zarar hesabini yapmişlardur.
İdris uşağum, senun anlayacağun dilde anlatayim. Nasil ki parite hesabina göre 1 dolar 1,5 lira edeyi, bunlarun petrol varili hesabina göre da, 1 varil petrol : 1 Gustavo Colman, (Yani bir Arjantinli uşak. Örneği bizum Tirabizonsipor’dan verdum ki dikkatuni çeksun.) 1,5 varil petrol : Wayne Rooney (Bir İnculuzuşaği) edeyi.
Dikkat edersan, emperyalizumun merkezindeki canlar birazcuk daha değerlidur. Ama sonlari aynidur.
(Laz Marks Emice, BirGün Gazetesi Pazar ekinde yazılarına devam ediyor)

Paul Eluard / Seni Seviyorum

Tanımadığım bütün kadınlar adına seviyorum seni.
Yaşamadığım bütün çağlar adına seviyorum seni.
Enginlerin kokusu, sıcak ekmeğin kokusu adına,
ilk çiçekler adına, eriyen kar adına,
insanın ürkmediği temiz kalpli hayvanlar adına,
sevmek adına seviyorum seni…
Sevmediğim bütün kadınlar adına seviyorum seni.

21 Şubat 2010 Pazar

Avrupa'nın üzerinde Laz Marks Emice'nin hayaleti dolaşıyor

29, 30, 31 Ekim ve 1 Kasım tarihlerinde Almanya'da yapılacak olan maçlarla Avrupa turnesine başlayacak olan Laz Marks Emice, Avrupa'nın diğer bölgelerinde de maçlara çıkmak ve tribünlere seslenmek istiyor.
Bu minvalde; o tarihlerde bu maçlara destek olacak kurumlara ve kişilere ulaşmak istiyoruz. Bu konuda yardımcı olabilecek arkadaşlarla en kısa zamanda görüşmek dileğiyle...
Genel koordinatör
Alper Küçükdevlet
0 554 738 36 90
0 212 254 89 30

Ay em sori ne sori?

- Mr. Prezıdınt, dış politikalarınızda bir değişiklik olacak mı? Irak'tan çıkacak mısınız?
- Ay em sori... duyamıyorum.
- Küba'ya uygulanan ambargo ve Afganistan sorunu ne olacak?
- Hay aksi... ses gelmiyo... Ses bir ki, ses kontrol...

20 Şubat 2010 Cumartesi

İktisat üçe ayrılır

İktisat üçe ayrılır; ticaret, siyaset ve savaş.
Bir milyon dolara kadar para kazanmak isteyenler ticaret
Bir milyar dolara kadar para kazanmak isteyenler siyaset
Daha çok kazanmak isteyenlerse savaş yaparlar

Her dönem fişlenenler; sosyalistler

AKP Milletvekili Avni Doğan, "Kim muhafazakar, kim ramazanda oruç tutuyor hepsini fişlemişler. Eee şimdi biz onları fişliyoruz." dedi.
Bir dönem onlar bunları, bir dönem de bunlar onları fişliyor. Fakat onlarla bunların her dönem birlikte fişledikleri hiç değişmiyor; solcular, devrimciler, sosyalistler... Yani bize onlar zamanında da, bunlar zamanında da rahat yok.

Sağanak yağış devam ediyor

Yurtta sağanak yağış devam ediyor. Yukarıda, Salı Pazarı'nda alışveriş yaparken yağmura yakalanan vatandaşlar görülüyor.

Böbürlenme ABD, senden büyük çınar var

Hiç bir imparatorluk sonsuz değil, tarih öyle diyor. Bunca kan döküp, bunca yağma talan ve savaşa rağmen bir çınar kadar ömrünüz yok işte.

19 Şubat 2010 Cuma

Zengin ve Yoksul (Poor and Rich) - 18

Zengin : Yemekte konuşur
Yoksul : Konuşursa aç kalır

Zengin : Araçtan çıkmadan ruhsatı polise uzatır
Yoksul : Araçtan hızla çıkıp, suçlu psikolojisiyle koşarak ruhsatı polise verir

Zengin : Yeni doğan çocuklarına modern isimler koyar; Ceren, Berk, Lara
Yoksul : Yeni doğan çocuklarına dede, nine ana ve babanın isimlerini verir; Şerife, Hayrullah, Şemsettin, Ümmügülsüm

Zengin : Sağlıklı yaşam için koşar
Yoksul : İşe yetişmek için belediye otobüsünün arkasından koşar

Zengin : Devamlı yeni yemek tarifleri alır
Yoksul : Malzemesizlikten yeni yemekler uydurur


Zengin : Esnaf ona, "Efendim" der
Yoksul : Esnaf ona, "Birader, bacım" der

Zengin : Yeteneksiz çocuklarını mutlaka keman veya piyano kurslarına yollar
Yoksul : Çocukları Mozart bile olsa tamirhaneye çırak yollar

Mevlut Uludağ'a teşekkürler

Maradona, Pele, Messi, Castro, Tanrı

Messi'yi, Maradona'yla kıyaslamak için henüz daha erken. Ama görünen o ki, 22 yaşındaki Messi, Arjantin formasıyla bir Dünya Kupası kazanması halinde Maradona'nın tahtına aday olacak.
Maradona'nın kıyaslandığı futbolcu her dönem Pele olmuştur.
Pele çok büyük futbolcudur ama; takım arkadaşları da büyüktür. Hepsini saymayayım; Carlos Alberto, Everaldo, Gerson, Jairzinho, Tostao, Rivelino... Neredeyse Pele'ye yakın yetenekte oyunculardı bunlar.
Maradona'nın 1986 Dünya Kupası'nı kazandığı kadroya bakalım; Pumpido, Cuciuffo, Olarticoechea, Batista, Ruggeri, Brown, Burruchaga, Giusti, Enrigue, Maradona, Valdano... Ruggeri, Burruchaga ve Valdano dışında futbol piyasasında geçer akçe olan oyuncu yok.
Aynı şekilde Napoli kadrosu da Arjantin kadrosuna benzer.
Napoli'yle kazandığı UEFA Kupası ve İtalya şampiyonluğu, Maradona'nın tek başına 'one man show' yaptığı kupalardır.
Messi'ye dönecek olursak 1970 Dünya Kupası'nı kazanan Brezilya Milli Takımı'ndan aşağı kalır yanı yoktur Barcelona'nın. Messi'nin yanında Henry, Eto'o, (İbrahimoviç) arkasında İniesta, Xavi, Puyol, Alves...
Maradona'nın ise ne yanında, ne arkasında ne de önünde Brezilya ve Barcelona kardosundaki futbolculardan vardı. O, neredeyse tek başına başardı...
Maradona biraz Yılmaz Güney gibidir.
Bu toprakların çocuğu olsaydı, silah taşıyabilir ve Yumurtalık savcısını vurabilirdi.
Kokain içti, elle gol attı falan filan... (Kişisel olarak ikisine de ihtiyaç duymam ve nefret ederim)
Ama hiç bir zaman düzenin adamı olmadı.
Omzunda apolet gibi Che'yi, bacağında Fidel'in dövmesini taşır. Düzen yanlısı, sağcı, oligarşi takımlarını tutan yüzbinlerce insana travma geçirterek Çavez'e, Morales'e sımsıkı sarılır.
Maradona, olmayan Tanrı'nın eli, olan Fidel'in ayağı, seyrettiğimiz için şanslı olduğumuz gelmiş geçmiş en büyük futbolcudur.

Ken Loach ve Filmleri (Hangi Taraftasınız) / Anthony Hayward

İdeolojik altyapısını BBC’de oluşturan Ken Loach, yapımcı Tony Garnet ve ve öykü koordinatörü Roger Smith’le çalışırken onların sol fikirlerini benimsedi.
Kitchen-sink drama : Mutfak eviyesi tiyatrosu
Gerçek mekan kullanımına dayalı, belgeselvari film çekme tarzı öylesine gerçek görüntüler elde etmesini sağlıyordu ki, sinema aracılığıyla sağladığı hakikat, gerçek düzene karşı sahici bir tehdit oluşturuyordu.
(Kerkenez’deki çocuklara sopayla vurulması sahnesi Yılmaz Güney’in Duvar filminde mahkum çocukları ağlatmak için uyguladıklarını hatırlattı. İki aynı yolun yolcusu sinemacı.)
Hakim düzenin onayladığı gerçekler
Kendisi üniversiteye gidemediği için eğitime karşı bağnazca bir bağlılığı vardı.
Babam bir maden işçiliğiyle başlamıştı iş hayatına. İlk başladığı noktayı düşünecek olursak kendi kendine yeterince iyi yerlere gelmiş sayılırdı. O bunu başarabildiğine göre herkes başarabilmeli diye düşünüyordu. Çok çürük bir teze tutunmaktaydı yani.
Kerkenez ismi nereden geliyor?
1486’da yazılan Harleian elyazmasına dayanan alıntı; İmparatora kartal, krala akdoğan, prenslere doğan, şövalyelere bozdoğan, leydilere çakırdoğan, yeomanlara atmaca, papazlara şahin, kutsanmış suyu taşıyan papaz yamaklarına çaylak, avama da kerkenez, deniyordu...
Şimdi kendisinin de suratına bakmayacağı, hatta denemelere bile almayacağı cinsten bir oyuncuydu...
Omza Dokunuş
O’Connor’ın oyunu. Yüklüce bir külçe altın soygununun faili 4 kişilik çetenin eğlenceli öyküsü. Kahramanlardan biri sonunda baronetliğe kadar yükselir. Sosyeteye girer. Fakat öte yandan gangsterliğe devam ederken aynı anda hayır işlerine para akıtmaktadır. Omza Dokunuş, kraliçenin soyluluk unvanı verdiği kişinin omzuna merasim gereği kılıçla dokunmasını belirtir.
Medyanın Türkiye’deki gibi gericileştiren, örgütsüzleştiren, orospulaştıran kullanımı ile biraz özenli bir dizinin yol açtıkları... Eve Dön Cathy dizisi ile Loach, İngiliz hükümetinin konut politikasını değiştirdi.
İsrail'in finanse ettiği film festivallerinden, filmlerini çekecek yüreklilikteki bu abimizi anlatan kitabı okumak ve filmlerini izlemek menfaatimiz icabıdır.

18 Şubat 2010 Perşembe

Bertolt Brecht / Bekleyeceğim Seni

Savaşa gitmek mi istersin, git asker...
Gidenin bir daha gelmediği
kanlı, kuduran savaşa.
Burda olacağım geri dönersen,
yeşeren karaağaçlar altında bekleyeceğim seni.
Bekleyeceğim çıplak ağaclar altında,
dönünceye dek en son asker...
Bekleyeceğim seni daha da çok.

Sen geri gelince savaştan
göremeyeceksin kapıda başka bir çizme.
Yanımdaki yastık hep boş kalacak.
Dokunmamış olacak dudağıma başka dudak.
Bıraktığım gibi diyeceksin her şey...
Sen geri gelince savaştan,
sen geri gelince.

Bir engeliniz yoksa...

6 Mart günü Trabzonspor'un ve Barcelona'nın maçı var mı yok mu diye bakmadım bile... Benim gibi tembel biri bile 'kesin gideceğim' diyorsa...

Depremden değil Amerika’dan kork uşağum

Yali Kiraathanesi’ne girup, bizum ocakçi İsmail’e seslendum; evladum demli bir çay!..
“Ajda bardakta mi getureyim Laz Marks Emice”, dedi? Uşağum, incecuk belli çay bardağina koyacak başka isim bulamadun mi? Ajda hanumun beli olmiş 85 santim. Hadi su bardaği olsa anlarum.” dedum.
Bu küçuk polemikten sonra gazetelere göz attum. Ula ne göreyim; Amerika Pirleşuk Devletleri deprem sonrasinde yardum edeyiruk ayağiyla Haiti’yi işgal edeyi…
Depremden önce Pirleşuk Devletler’un asker sayisi 1000 iken, şimdi 15 bine çikmiş.
Şoyle bir düşundum, bu sırtlanlar petrol kokusi almaduklari yere dönup bakmazlar bile, ne pok yemağa Haiti’nun kontrolini ele geçureyiler?
Yoksulluk yüzinden çamur yemağa kalkmiş bir ülke sözkonusi… altın yok, petrol yok, peçi ne var? ABD’ye yeni Guantanamo Üslerine ihtiyaci var daa!
Deprem sonrasi Haiti’yi yeniden kurayiruk görintisi altinda tam teşkilat yerleşup, Karayipler’un kontrolini ele geçurecekler.
Haçan söyleyun bakalum, deprem mi daha tehliçelidur ABD mi?
Depreme önlem alinabilur, sosyal bir devlette binalaruni, yollaruni, çöprileruni sağlam yaparsun olur biter. Ama habu pokkiyenun işgalci ve yağmaci ABD’sine ne edeceksun?
Çözum basittur uşağum; bunlar 7.3 şiddetinde mi işgal edeyi, sömureyi, biz 8.9 şiddetinde örgutleneceğuk, mücadele edeceğuk. Yoksa hau liberal tellallarun deduği gibi; ABD’ylan birlukte yaşamaya alişacağuk. Aha görduk, yaşanmayi da!..

Haydar Işık / Başaltı notları - 35

- `işçiler, köylüler, emekçiler, aydınlar birleşin` şiari henüz gerçekleşmedi ama, kırmızı et fiatları bu şiddetle artarsa, hayalimizdeki kitlesel örgütlülükler hayata geçecek. `vatandaş ucuz ete ulaşmanın yolunu buldu` başlıklı, 16 subat milliyet gazetesi haberinde, 20 öğretmen bir araya gelip, adam başı yüzer liradan büyük baş bir hayvan kesmişler. böylece etin kilosuna 20 liradan ulaşdıkları gibi sağlıklı ve temiz etten de faydalanmışlar. hani düşünüyorum da, işsizler kendi aralarında (ancak tavuk keserler), köylüler, memurlar, öğrenciler birleşip ortaklaşa et keserlerken, bir de bakmışsınız ki örgütlenip toplu et akşamlarında okumalar yapıyor, bunu pratik yaşama geçiriyorlar. hayvanların beslenip kesime sunulduğu meralarda, çevik kuvvet kordonlar oluşturuyor. hollanda ineği almak için gelen ikiyüz kadar kamu görevlisiyle, merinos kesmeye kararlı altmış üniversite öğrencisini, polis alana sokmayıp, molotof ile karşılık veriyor. hükümet, vatandaşı tüyü bitmemiş, henüz yaşını doldurmamış gidikleri yemekle suçluyor. (dermişim, yazarmışım)

- tekel işçisi mahmut'un oğlu cezmi, mahalle maçında orta yuvarlakta kaptığı topla rakip defansı hallaç pamuğu gibi savurup kaleciyi de çalımladıktan sonra dönüp az evvel belini büktüğü kaleciye sorar, "senin baban ne iş yapıyor", kaleci karşılık verir, "işçidir benim babam. orman işçisi." bu yanıt üzerine cezmi, "o halde atmıyorum bu golü" der.

- aşk-ı memnu'da öpüşmekten alt dudağı memelerine kadar sarkan behlül, büyük bir ihtimalle bu bölümde dinlendirilir. bihter'de haftayı kocası adnan'la sevişerek geçirir. eğer beşir boşlukları iyi değerlendirir, aralara sızarsa, nihal'e açılabılır. bu arada, diziye cüppeli ahmet hoca da dahil olacak söylentileri yapımcılar tarafindan yalanlanmadı.

- `recep ivedik'e eksi üç` ismi daha uygun olabilirdi. eksi dört, eksi beş...

- bu maçı satacağız baska yolu yok!..

- bugün halı sahada hukuk dışı odaklarla maçımız var

- cübbeli ahmet hoca, ekoseli fettullah gülen, pileli bülent arınç, döpiyesli tayyip, yandan yırtmaçlı recep akdağ...

- sanık mı suçlu, hakim mi sanık?

- devleti yönetenler sırayla birbirlerini tutuklasa... ortada yönetici, bürokrat kalmasa... biz de iktidara gelsek...

- üreten biz, sürünen de biz...

- kahrolsun faşing!. çocuğu uyutamadık bi türlü

16 Şubat 2010 Salı

Recep İvedik'e övgü

Kieslowski’yi neden sevdiysem, Recep İvedik’i o nedenle sevmedim: Birincisini sevmem gerekiyordu, ötekini sevmemem.
Recep İvedik tuhaf bir film... “Halkımız”dan kimle konuşsam, Recep İvedik’i el üstünde tutuyor. Çocuklar tüm repliklerini ezbere biliyor... Oysa ben “racon gereği” bu filmi aşağılıyorum. Üstelik izlemediğim halde.
Aslında daha da tuhaf olan “racon”un kendisi... O ne diyorsa öyle yapmalıyız. Aksi halde ayıplanırız, cemiyet dışında kalırız.
Şu sıralar “Tamirci Çırağı” isimli bir kitap yazıyorum. Konusu şu: “Ben Hegelci diyalektiğe Marx’ın getirdiği yorumları analiz ettiğim için sosyalist olmadım. Aziz Nesin’in hikâyeleri, Milliyet Çocuk’taki çizgi romanlar ve Tamirci Çırağı gibi “ajite kokan ucuz şarkılar” beni sosyalist yaptı.
Şu anda, hayatı anlamaya çalışan yoksul ve gururlu bir çocuk olsanız, önünüzde hangi seçenekler var; Türk faşisti, Kürt faşisti veya Din faşisti olmak dışında?
Topluma yön verecek en güzel insanların, Beyoğlu girdabında kaybolması içinizi yakmıyor mu? Bu semt “yüksek bilgi” mikrobu saçıyor. Sayıları her gün azalan bir avuç değerli insan; gitgide artan “bilgi”leriyle birbirlerini bıçaklıyor, birbirini tüketiyor.
Peki ama ne olacak bu tamirci çıraklarının hali?”
Ahmet Kaya bir zamanlar bir tür Recep İvedik’ti... Onun müziğini dinlemek “kıro”luk sayılırdı. Kültürlü mekanlarda Ahmet Kaya’nın adı anılmazdı. Arabasıyla Mis Sokak’tan geçenler eğer Ahmet Kaya dinliyorlarsa, bir mezarlığın yanından geçermiş gibi korkuyla teybin sesini kısarlardı.
Ahmet Kaya’nın Beyoğlu’nda şimdiki saygınlığını görünce şaşırıyorum. Sümüklü faşistlerin linç edecek cesareti bulacağı kadar yalnız bırakılan kişi aynı Ahmet Kaya değil miydi?
Elimizdeki değerlere neden bu kadar hoyrat davranıyoruz? Neden herkese ve belki en çok kendimize düşmanız? Saygı ve sevgi sözcüklerine niye böylesine yabancıyız? Bu nasıl bir iş, bu nasıl bir racon, benim aklım ermedi.
Geçenlerde gizlice bir Recep İvedik DVD’si aldım... Basit, sevimli bir komedi filmi.
Recep İvedik’in görüntüsüyle tezat ilginç özellikleri var: Kızlara sarkıntılık etmiyor. Çocukluk aşkına hep sadık kalıyor. Eşcinsel kamyon şoförüne “racon gereği” kızıyor ama sonra yardıma da çağırıyor. Asla patron yalakalığı yapmıyor. Patronla konuşurken “siz”, işçiyle konuşurken “sen” diyen TV spikerlerine hiç benzemiyor. Ve içki içiyor, serumla bağlayacak kadar hem de...
Şimdi biri çıkıp bu Recep İvedik’in güzel bir insan olmadığını söyleyebilir mi?
Kemal Sunal’ın küpeli olduğu bir film vardı. Filmin sonunda “Şaban” küpelerini atıyor ve itiraf ediyordu: “Bu küpeleri kimliğmi saklamak için taktım. Yoksa öyle karı filan değiliz!”
O filmin bayağılığının yanında Recep İvedik, epik bir şaheser gibi kalıyor. Ama biz izlemeden raconu kestik, yaratıcısını küstürdük; onu motive etmedik.
Şimdi belki ikinci filmde “Şahan”, “Şaban”a dönecek. O zaman “Bakın biz söylemiştik ” diyerek, suratına tükürme şansını da yakalarız, ne mutlu.
70’lerde milyonlarca insanı devrimci yapan, en “apolitik” şarkıcılara bile solcu şarkılar söyleten, 8 yaşındaki çocukların aklını çelen iklim, böyle bir iklim miydi?
Bu yazıyı yazarken, BirGün’ün iki sayfası ÖDP’deki iç çatışmaya ayrılmıştı. Hepsi birbirinden değerli insanlar, birbirleri hakkında ne kadar “yüksek bilgi”ler oluşturmuş. Herkesi kendi odasında haklı çıkartacak ne yaman öyküler yazılmış.
Ne tartışmaymış arkadaş, daha ÖDP kurulmadan önce başlamıştı hala bitmedi.
Ben BirGün’ün yerinde olsam iki sayfamı bu tartışmalara değil kocaman bir çocuk köşesine ayırırdım. Oraya çocuklara erdemli ve çalışkan olmalarını öğütleyen komik çizgi romanlar, şiirler ve karikatürler koyardım.
20 yıldır süren bir tartışmanın, 20 yılda doğan 30 milyon çocuğa, bir Recep İvedik filmi kadar faydası oldu mu acaba?
İlyas Başsoy / BirGün / 12 Ocak 2009

15 Şubat 2010 Pazartesi

Kont Vlad Okumuş

2001 yılında yüz felci geçirmiştim. Eşek yüküyle para vermeme rağmen (o zaman 1 eşşek yükü 1.000 dolar ediyordu) tam tedavi olamadım ve yüzümde izi kaldı.
Yok o kadar değil, güldüğümde filan belli olan hafif bir kayma…
Neyse, bir yıldır filan aynada dikkat ediyorum, yüz felci geçirdiğim yüzümün sağ yarım küresi, kaslarım elastikliğini yitirdiği için kırışmıyor, taptaze. Ajda Pekkan’ın tenine benziyor.
Botoks yaptırmış kadınlar gibi, ama hiçbir kimyasal ilaç ya da neşter yardımı olmadan…
Sol tarafım normal olarak anadan babadan gelen genlerle yola devam ederken, yani efendi gibi yaşlanırken, sağ tarafım geriye doğru yaşlanıyor.
Yüzümün sol tarafı da bir felç geçirirse ölümsüzlüğü şeklen de olsa keşfedeceğim.
Bana havada karada yaşlanma yok artık.
(Not: Beni takip edenler arasında kesin yoktur ama, ister misin bu bilgi internet ortamında paylaşılsın ve bir sürü denyo kadın vatandaşımız bunu uygulamaya kalksın.)

Önümüzdeki aşklara bakacağız

- Bu aşktan mutlulukla ayrılmayı düşünüyorduk, ama mutlu olamıyorsan, mutsuz olmamak da başarı. Deplasmanda bir puan da iyidir. Bu aşkı unutup, önümüzdeki aşklara bakacağız. Rakibimize de bundan sonraki aşklarında başarılar dileriz.
Hayata bu profesyonel futbolcu mantığıyla yaklaşsak, daha mı iyi olur?

Bir, iki... daha fazla Che

Doktordu Che
Onu çocuklara bakarken gördünüz mü hiç?
Nasıl bir sevinç vardı gözlerinde,
nasıl bir tutku.
Nasıl bir çareyi bilip de…
Onu çocuklara bakarken gördünüz mü hiç?
Neden kalmadı Küba’da, neden bilir misiniz yerleşmedi?
Çocuklar ölüyordu ilerde.
Çocuklar açtı. Çocuklar…
Sennur Sezer

Shakespeare / Atinalı Timon

Altın, sarı, gözkamaştırıcı, değerli altın!
Bunun şu kadarı, karayı ak, çirkini güzel,
eğriyi doğru, adiyi soylu, yaşlıyı genç, korkağı yiğit yapar.
Ah tanrılar nedir bu? Niçin bu?
Rahiplerinizi, uşaklarınızı yanınızdan kaçırır;
çeker güçlü insanların yastıklarını başlarının altından;
bu sarı köle,
din de kurar, din de bozar, kutsar lanetliyi;
hayran eder herkesi kocamış cüzzamlıya;
hırsızlara yer, senatörlere kürsüde
ün, şan, saygınlık kazandırır;
odur geçkin dullara yeniden koca bulan;
gel lanetli maden.
Orta malı orospusu insanlığın.

Aç da kendi oligarkınla dalga geç

"Dinamo Moskova 3-0 kazansın. Goller ikinci yarıda olsun. Birini kafayla, diğerini sol ayakla, üçüncüyü de frikikten atsınlar." Leonid Ilyich Brezhnev
(Fotoğrafı bulduğum sitedeki notu da paylaşayım: "Bir zamanlar bu fotoğrafı yayınlamanın bedeli Sibirya'daki maden ocaklarına yolculuktu" Yukardaki cümle sahibine ait değildir...)


Yukarıdaki yazı 'paranteziyle, tırnağıyla, yorumuyla ve fotoğrafıyla' acetobalsamico adlı siteden alındı. Fikir özgürlüğü en azından kağıt üzerinde var. Bu bir fikirdi, ben de fikrimi belirteceğim.
Çocuk yaşlarda çalışmaya başladığım Gırgır Mizah Dergisi vasıtasıyla büyük bir medya imparatorluğu olan Haldun Simavi’nin Web Ofset'ine de girmiş gibiydim. Başta Günaydın Gazetesi olmak üzere grubun diğer dergi ve gazetelerindeki spor yazarları ve spor müdürleriyle tanıştım. Yıllarca bant karikatür çizdim spor sayfalarına. Daha sonra Sabah Gazetesi bünyesinde Dolmuş Mizah Dergisi'ni çıkardık. Fotomaç'ın kuruluş aşamasında Tevfik Yener Ağabey sayesinde mizah yazarı ve karikatüristlerin de bu gazetede çokça yer alması planlanmıştı. Sonra Takvim Gazetesi'nde yine bir mizah yazarı kimliğimle 1 yıla yakın spor servisinde çalıştım. Bunları niye anlattım; sonraki yıllarda çoğu yazılı ve görsel basında spor müdürlüğü yapan Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Galatasaraylı bir çok insanı tanıdım. Bunlarla bir çok sabah toplantısı yaptım. Bu kulüplerde yöneticilik yapmış insanlarla sohbet ettim. Bunların bazen "Şecaat arz ederken merdikıpti sirkatin söyler" hesabı, başarı diye hangi maçları nasıl bağladıklarını, hangi maça hangi para çantasının gittiğini önceden anlattıklarını hatırlıyorum. Gülüp geçerlerdi bir de; "O hoo, geçmiş olsun, bizimkiler daha büyük bir çanta yolladı o takıma. Bizim başkan işi tepeden bitirdi oğlum"
Sabah toplantısında maç sonucu verdikleri bir Avrupa Kupası maçı hatırlıyorum. Doğu Bloku yeni dağılmış, anlı şanlı bir takımımız İstanbul'da 1-0 yenilmişti. Maçı çevirmesi çok zordu. Polonya takımı zıpkın gibiydi. Sevgili arkadaşımız gülerek, ".... Abi bir çanta USD'yle işi bitirdi. 2-1 alacağız" demişti. Akşam maç 2-1 bitti.
90+12 dakika oynanan maçlar, 'yan hakemlere çalışın' diye sırıtırak diğer takım yöneticilerine akıl öğreten yöneticiler, 8-0'lar... Şampiyonluğa ramak kalmışken bir Altay maçında kolu kanadı 3 kırmızı 7 sarı kartla kırılan Gençlerbirliği, 3-0'la ilk yarıyı bitirip, ikinci yarı 4 gol yiyen ve maçı 4-3 yenik kapatan Gaziantepsporlar...
Hatırladıklarımı yazsam rahat 100 post oluştururum.
Ki asıl bu konularda bütün kahvehane ağzına, militarist bakış açısına rağmen futbol konusunda Hz. Ali adaletine sahip olduğuna inandığım Erman Toroğlu'nu dinlemek lazım. O temiz denilen 60'lı yıllardan beri ne dolapların döndüğünü, ne şikelerin ligin kaderini tayin ettiğini ve günümüzde artık kurumsallaştığını çok güzel ima eder, işaret eder.
Tabi ki tamamını anlatamaz, çünkü; o zaman bu oyuna bir son vermek gerekir. Ee, bu bir çark ve herkes nemalanıyor. Konuşursan, ne Maraton olur, ne aceto balsamico...
Malum marka değerini korumamız lazım.
Şimdi dönelim Brejnev'e... Çavuşesku'nun Romanya'sında 'gol kralı olsun ve Altın Ayakkabı alıp, Romanya'nın adını duyursun' diye Camataru'ya bir maçta yarım düzine gol attırılıyordu. Ayrıca askerlerin takımı diye Steau Bükreş'in otomatiğe bağlamış gibi seri halde şampiyon oluşunu hatırlarız. Bunun SSCB'de de olup olmadığı hakkında sağlam bir kanıt elde yok. Olabilir mi, olabilir... Sosyalist bir ülke olmaktan çıkıp, bürokratik bir diktatörlüğe dönüşen ülkede olabilir.
Fettullah Gülen yapılanmasının, Milli Takım Teknik Direktörlerinin başını yediği, bir tarikata, bir sağ oluşuma, hatta derin devlete, mafyaya sırtını dayamadan takım bulamayan futbolcular ve teknik direktörler ülkesinde ve bu bataklıkta Brejnev masum duruyor vallahi.
Son 40 yıldır Türkiye Demokratik bir Halk Cumhuriyeti olsaydı, en az 20 lig şampiyonluğu el değiştirirdi.
Artık kim neresiyle atarsa atsın...
(Not: Bir Trabzonsporlu olarak Bursaspor'u 5-1 yendiğimiz kupa finalinde, kaleci Nitu'nun, Zalad'dan taha temiz olduğunu zannetmiyorum. Mehmet Ali Yılmaz'ın, Bülent Yavuz'u arayıp, "Samsun deplasmanında bize kaybettirme, yoksa küme düşme tehlikesi yaşarız" mealinden konuşmalarının teknik takibe takıldığını da biliyor ve göz ardı etmiyorum. Bu ortak bir kirlenmedir. Ama oligarşik hiyerarşi bunun çok ötesinde, başka bir şey. Bunu göremeyen Che takı ekli Fenerli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı solcu dostlara şaşırıyorum.)

14 Şubat 2010 Pazar

14 Şubat Sevcililer Tüketum Güni

Ey insanoğli ve insankizi!.. Finans oligarşisinun Va-daaaa seslerini duyayi misunuz?
Onlarun derdi sizun birbirunuzi sevmenuz midur? Değildur.
Sizun sevginuz onlarun silipinden aşaği Kasimpaşa. Gözleri cüzdanlarunuzdadur. Kredi kartlarunuzdaki son limitlerdedur.
Kirdan topladuğunuz papatya onlarun moralini bozar, çiçeğe para verup metalaşturmanuzi isterler.
Ota boka, onlarun size va-dalamaya çaliştuği şeylere para vermayun.
Sevcilinuzun dudağindan öpun sadece.
Taksitli öpmeyun, ordan da va-dalanursunuz. Peşin takilun.

12 Şubat 2010 Cuma

Yu es ey armi

- Hadi beyler, gayret edin!.. Daha Irak'a gidip, Bağdat'ı bombalayacağız. Oradan da Afganistan'a gaz bırakıp dönücez...

Kapitalizmin gaz pedalı bozuldu

Otomobilini geri çağıran çağırana... Kimi gaz pedalı hatalı üretildiği için çağırıyor, kimi güvenlik gerekçesiyle... Bazı şikayetler 2007'de yapılmış ama kısmet bugüneymiş.
Ama bu iş öyle arabayla filan olmaz, topyekun kapitalizmi geri çağırmak lazım.
Meredin tamamı hatalı üretilmiş çünkü.

11 Şubat 2010 Perşembe

Leş Walesa konsomosyonda

“Doğu Avrupa'da sosyalizmin çözülüşünün en önemli aktörlerinden biri olan Polonya eski Başkanı Lech Walesa, Küba'da kısa süre içerisinde sosyalizmin yıkılacağını iddia etti. Miami'de bulunan Küba'da İnsan Hakları İçin Vakıf adlı kuruluşun kişi başı 100 $'a bilet sattığı bir öğle yemeğinde konuşmacı olan Walesa, dünyanın kalanına Küba'yı gerçekleriyle görme ve bir turist gözüyle değerlendirmeme çağrısı yaptı.” sol.org
Vay tarih baba vay, sen şu sarkık bıyıklı, komünizm düşmanı Leş Walesa'yı ne hallere düşürdün. Resmen eski sinema ve gazino yıldızları gibi olmuş adam. Hani gözden düşüp, Anadolu’da salaş bar ve pavyonlarda konsomatrislik yapan ablalar olur ya, onlardan.
Bir aralar da Şili’deki faşist cuntayı tezgahlayan ABD Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger doları bastıranın kahvaltısına katılıp, komünizmin ne kadar kötü olduğunu anlatırdı. Bizim denyo sermayemiz ve sağcılarımız da parayı bastırıp bu kasapları dinlerdi.
Bir insanın solcu – sosyalist olmasına gerek yok, vicdanı kapitalizm tarafından tecavüze uğramamış olması bile yeterlidir; Küba’nın neyi başardığını görmesi için.
Bu sırtlanlar, kapitalizmin çivisi çıktığı bir dönemde bile hala utanmadan o masadan o masaya koşturup, birilerinin daha beynini kötü yola düşürmek için hikaye anlatabiliyorlar.
(Not: Lech Walesa’yı özellikle Leş yazdım.)

8 Şubat 2010 Pazartesi

Bitti miiii, bitmediii!..

Efendim Q klavyeye yenildiğim andır bu.
Bu ebesini öküz kovalayasıca sermaye, hangi çakal para hesabının sonucu Q klavyeye karar verdiyse artık, F klavyeye savaş açtı. Hiç bir markanın F klavyesi yok. Sözbirliği etmişcesine üretmiyorlar.
Öyle onu sök, bunu tak, üzerine kağıt yapıştır gibi işleri beceremediğim ve sevmediğim için an itibariyle Q klavyeyle fitidi fitidi yazmaya çalışıyorum.
Ama bu F klavyeden vazgeçtiğim anlamına gelmez, bu puşt Q’da yazacağım fakat, F’i hiç unutmayacağım.
Nasıl yavaşım var ya, benim şu paragrafı yazdığım süreçte insanevladı evrim geçirip maymundan homosapiense geçmişti.
Birkaç tane eski yazar arkadaşım dışında herkes Q’cu. Bütün firmalar Q klavye üretiyor.
F’çiler olarak tam bir azınlığız yani.
Bu azınlık olma durumu benim kaderim galiba.
Alayı Fenerli olan doğduğum coğrafyada (Rize’de) sen kalk Galatasaray’ı tut.
Sonra gel oligarşinin merkezine ve pipini sallasan Fenerli, GS’li, BJK’lıya çarpan İstanbul’da Trabzonsporlu ol.
Bitmediiii… Herkes elhamdülillah solcuyken sen önce havayı kokla, deli gibi kitap oku, balıklama atlama.
12 Eylül’den sonra millet çil yavrusu gibi soldan sağa doğru savrulurken sen işi kaynağından, ustalardan öğren ve su katılmamış bir Marksist – Leninist ol.
Millet sermaye biriktirirken, sen finans - kapital ezilmeden insanoğlunun huzura eremeyeceğini kavra ve bunu içselleştir.
Para biriktirmek hep bir şekilde seni rahatsız etsin.
Bitti mi, bitmeeeeez!..
Layt, yılgın solcular ve Troçkistler arasında onlarca, yüzlerce kaynaktan oku ve Stalin’i temelde haklı bul. Zaten ofsayttayım, bir de üstüne sarıkart görüyorum hesabı…
Klavye denen zamazingo da hayatıma F’le girdi.
Şimdı bu lavuk sermaye cüzamlı gibi davranıyor F’çilere.
Dağ taş Q klavyeyle doluyken, kainatta tek F klavye kullanan kişinin ben olduğumu düşününce, hayatım bir filmşeridi gibi gözümün önünden geçti ve bunları hatırladım.
Nerede bir azınlık olma durumu varsa gidip buluyorum.
Bende de bir mazoist yan var, kesin.

Albert Camus / Sıkıyönetim

Çabuk damgalayın o adamı!
Herkesi damgalayın!
Söylemedikleri de işitiliyor çünkü!
Şimdi artık karşı çıkamıyorlar,
ama sessizlikleri diş gıcırtısını andırıyor!
Dağıtın hepsinin ağzını burnunu!
Ağızlarına birer tıkaç sokun
ve hepsini hergün aynı şeyi söyleyene,
yani istediğimiz gibi birer yurttaş olana dek
hep aynı lafları edin onlara!

Haig Yazdjian / Garin

Albümün ilk şarkısı “Dialoque” Yani ulusların en ihtiyacı olan şey. Emperyalizmin de sahalarımızda görmek istemediği en kusurlu hareket.
Yunanlı ve Ermeni müzisyenler duduk, ney, drums, bendir, klarnet, kanun, piyano, violensel, çello, perküsyon ve mükemmel vokal 11’iyle bu albümü hazırlamışlar.
Müziğin, taşlaşmış faşist ruhlarda bile matkap etkisi gösterip delik açabilme özelliğini test edin. Ortalama bir faşist bulun. Ona bu albümü dinletin. Sonuçları sitede paylaşabilirsiniz. Kolay gelsin.

7 Şubat 2010 Pazar

TEKEL İşçisi yalnız değil

Ülke çapında TEKEL işçileriyle dayanışma dalga dalga yayılmaya devam ediyor.
Bu dalga tribünlerdeki bir çok taraftar grubu tarafından stadlara da taşındı.
Şimdi ise TEKEL işçilerinin acil olarak kışlık kıyafetler, eldiven, bere, çorap, iç çamaşırı, çay, şeker, bardak, ilaçlar, odun, kömür ve strafor vb.. ihtiyacları var.
Buradan TEKEL işçileri için öncelikli tüm tribünlere ve TEKEL İşçileri ile dayanışma halinde olan her kuruma ve bireye acil yardım çağrısında bulunuyoruz.
Dayanışma için adres:
Türk-İş Konfederasyonu: Bayındır sok.No:10 Kızılay Ankara/
Tekgıda-İş Sendikası: Konaklar Sok. No:1 4.Levent İstanbul
Diğer şehirlerde Türk-İş merkezlerine bırakabilir.
TEKEL İşçisi yalnız değildir ve kazanacaktır!
(Forza Livorno)

5 Şubat 2010 Cuma

Nazım Hikmet / Şaşıp kalmak

Sevebilirim,
hem de nasıl,
dile benden ne dilersen,
canımı, gözlerimi

Kızabilirim,
ağzım köpürmez,
ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında,
devenin öfkesi, kinciliği değil.

Anlayabilirim
çoğu kere burnumla,
yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak
ve döğüşebilirim,
doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum herşey için, herkes için,
yaşım başım buna engel değil,
ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı.
Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni.
Yazık.

Hamsi manifestosi

Uşaklar rica etti, “Laz Marks Emice habu kapitalizume alternatif ‘manifesto’ yazdun. Haçan bir tane da hamsi ve palukçiluk üzerine yaz… Elduk, darlanduk da!.. Bu gidişle yakinda Karadenuz’den ilaç niyetine bir tane bile hamsi çikmiyacak.”
Tamam ula uşaklar, siz istersunuz da ben yazmaz miyim, dedum ve yazmaya başladum.
1-) Haçan bundan sonra palukçi tekneleri ortak kullanilacak… Beyuk kuçuk fark etmeyi, hepsi ortak olacak.
2-) Yakalanan palukların boylari sitandart olacak. Beyuk palukların kuyruklari kopartilup, diğerlariylan ayni boyda yapilacak.
3-) Hamsinun kilosi her yerde eski paraynan birmilyonyediyuzellipinlira olacak.
4-) Foter Osman gibi firsatçilarun herkesten erken denize açilmalari engelelenecek.
Haçan bunlari yapmazsanuz ne hamsi kalur ne da paluk. Gene eskisi gibi kapitalizumun insanlukdışi yöntemlerine mahkum olursunuz. Siz da, uşaklarunuz da ayni boyle birbirunuzi tirmalar durursunuz.
Ondan sonra sorarum size; uşağuna ne miras biraktun; kapitalizum.
Eyi pok yedun, senun uşak da kendi uşağina savaşlarla sömürilerle doli bir dünya birakacak.
Böylece, kapitalizumun saltanati sürup gidecek.

"Duvarda suretimiz çıkıyor"

Nazım Hikmet'in 'Masalların Masalı' şiirinin 'Suda suretimiz çıkıyor' dizesi ödünç alınıp, Che'ye uyarlanmıştır.
(Hasta la victoria siempre / Zafere kadar daima!..)

Kelebek kadar kısadır, emperyalist savaşlarda ömrümüz

Mamullerimiz kendi ürünümüzdür

Söyleyecek lafımız vardır... Kes - kopyala - yapıştıra başvurmayız. Kesip yapıştırırsak da söyleriz.

4 Şubat 2010 Perşembe

Karikatürün Joan Miro’su; Uğur Gürsoy ve Fırat

Oğuz Aral 1970'lerin çocuğunu çizdi; Avanak Avni'yi... Uğur Gürsoy da 90'ların çocuğunu çiziyor; Fırat'ı...
Ebat olarak ikisine de benzediğim için midir nedir Avni'yi de, Fırat'ı da yakın bulurum kendime... Benim de mahallede çok korktuğum Deve Dilaverlerim, herşeyleriyle örnek gösterildiği için gıcık kaptığım inek "Hı hı... Evet!.." Melislerim vardı...
Son yıllarda mizah dergilerinde yaratılmış en mükemmel çizgi karakter olan Fırat'taki keskin gözlemi, yakıcı gerçekliği, naif mizahı algılayamayanlara karşı biraz çekinik duruyorum. Mankafalığıyla, korkularıyla, küçük hesaplarıyla zayıf gibi görünen Fırat, kendinden güçlülere, zekilere, örnek insanlara karşı küçük bir çengelli iğneyle bile mutlu olabildiği için aslında çok güçlü. Fırat'a benzemek hoşuma gidiyor.
"Hepimiz Fırat'ız"

Nazım Hikmet / Beş satırla

Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı...