19 Ağustos 2009 Çarşamba

Örgütsüzlerin örgütlenmesi

Türkiye Solu, son yirmi yılının büyük bir bölümünü güçlü bir siyasal odak yaratmak uğruna birlik süreçlerine harcadı. 12 Eylül'ün yol açtığı gerileme döneminden çıkış için en akla yatkın, en gerçekleşebilir olan buydu. Geçmişte yaşanmış bölünmelerin, ayrışmaların, solda hakim olan rekabetçi yaklaşımların, günümüz gerçekleri karşısında yerle bir olduğuna hükmedilerek, “birlik”, “harmanlanma”, “solun ortak kimliğini yeniden üretmek” gibi cazibesi yüksek kavramlar eşliğinde “aynılar, gayrılar” aynı çatı altında buluştular. Umutlu, iyimser, heyecan yaratan bir başlangıç yapıldı.
İşin başında, geçmişten gelen yapılar yeni parti formu içinde mevcudiyetini sürdürmekteydi. Fakat bu durumun geçici olduğu ileri sürülüyordu. Bu yapılar zaman içinde varlıklarını solun birliğine armağan edecek, arka odalar, paralel aygıtlar ortadan kalkarak organik bir partide birleşilecekti. Bu bir taahhüttü. Hem de sadece birbirimize değil, örgütlü, örgütsüz, sokaklarda olan, evinde oturan bütün solculara yönelik bir taahhüt.
Bu taahhüde önemli bir kredi açıldı. 12 Eylül sonrası siyasetle olan ilişkisini izleyici düzeyine çekmiş pek çok solcu bu taahhüde güvenerek yeniden örgütlü mücadele için kolları sıvadı, işin içine girdi.
Fakat kısa sürede bu oluşumdan organik bir parti olmayacağı, olsa olsa bir federasyon olabileceği gerçeği ortaya çıktı. Sol siyaset için kollarını sıvayanlar, solun eski yapılarının devamındaki ısrar ve o yapılar üzerinden elde edilmiş ayrıcalıkların korunma gayreti karşısında geri çekildiler. Geriye ağırlığını eski aidiyetler üzerinden şekillenen grupların oluşturduğu federatif bir parti kalmıştı.
Kalanlar aralarında anlaşıp federasyonu sürdürmeyi başaramayınca, herkesin kendi dükkanına geri döndüğü, herkesin eskiden bildiği yolu eski araçlarla yürümeye çalıştığı bir dönem başladı.
Bu tercih aynı zamanda soldaki çeşitli grup ve yapıların varlıklarını muhafaza ederek içinde yer aldıkları “federal parti” modelinin ömrünü tamamladığını ortaya koydu. Bu tür bir örgüt modeliyle, iş ve eylem birliği niteliği taşıyan yapılarla solu büyütme, dikkate alınır bir siyasal odak haline getirmenin mümkün olmadığını yaşayarak öğrendik.
Bu açıdan yürüdüğümüz bir yolun sonuna geldik. Aynı modeli kullanarak ortadakinden daha farklı bir sonuç elde etmek mümkün değil. Ne kadar iyimser olursak olalım, bu böyle. Solun ihtiyacı, solun örgütlü yapılarının bir biçimde varlığını sürdürdüğü, federatif, konfederatif yapılarla karşılanamaz.
Bu noktadan sonra herkesin kendi fikir ve iddialarının peşinden gitmesi en doğal hakkı. Bu saatten sonra, ayrı yapılarda bulunulsa bile, hiçbir kıskançlık ve beis duymadan somut işlerde birlikte olmak, birbirine destek olmak, sol adına kim hayırlı bir iş yapıyorsa alkışlamayı becermek gerek.
Çünkü, hiç birimiz solun düşmanı değiliz ve nihayetinde hepimizin tahayyül ettiği dünya aynı.
Bu aşamada kendini örgütlü yapıların içinde gören, kendine göre önünde iş ve eylem planı olan solcuların işi nispeten daha kolay. Fakat mevcut yapıların dışında olan, örgütsüzlerin örgütlenmesini önüne koyan, ihtiyacı solun sözünü çoğaltma, yaygınlaştırma ve derinleştirme olarak tarif eden solcuların “Peki bu nasıl başarılacak”, “bu amaca uygun araç nedir” gibi sorulara bir müddet daha yanıt araması gerekiyor galiba.
Her arayış, her yeni başlangıç bir belirsizliğe yelken açmaktır. Her belirsizlik de içinde abartmaları, savrulmaları barındırır. Aslında bunda yadırganacak bir durum yok, hatta abartı, savrulmalar taşların yerine oturmasında bazen işe de yarar.
Son günlerde abartılmış bir biçimde önümüze sürülen bir fikir var: “Sol parlak laflar ederse, büyük ve etkileyici bir cümle kurmayı başarırsa her şey çözülecek.” Bu yaklaşıma sahip olanların bir kısmı daha da ileri giderek, mesela “sol serbest piyasayı savunursa, kitleler akın akın yüzünü sola çevirecekler” gibi önermelerde bulunuyorlar.
Burada ‘parlak laf’ diye öne sürülen fikirlerin garabetine hiç değinmeden, başka bir noktanın altını çizelim: Bu yaklaşım örgütü küçümsemekle malul. Bu görüş sahipleri siyaseti halkla ilişkiler faaliyeti olarak bile görmüyor, imaj ve reklam, yani pazarlama konusu olarak ele alıyorlar.
Bu görüş dayanağını siyasetin, özellikle de merkez siyasetin, örgütle yapılan bir faaliyet olmaktan çıkması, karizmatik liderlerin televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından verdiği mesajlarla yapılan adeta bir tür reklamcılık faaliyeti haline gelmesinden alıyor.
İşin görünen kısmı böyle olsa bile, bu durumun siyasetin merkezileşmesine, sadece para ve zaman sahibi siyaset erbabı tarafından yapılan bir iş haline dönüşmesine yol açtığı apaçık ortada. Siyasete imaj ve reklam meselesi olarak yaklaşmak siyasetin toplumsallaştırılması fikrinden solu uzaklaştırıyor.
Çok temel bir bilgi olmasına rağmen tekrarlamak gerekiyor; siyaset örgütle yapılır. Örgüt ve örgütlenme olmadan siyaset toplumsallaşamaz ve siyaset tutum açıklamakla, kendi duygularını dile getirmekle sınırlı kalır. Dolayısıyla büyümeye, genişletmeye ve ilerletmeye her hangi bir katkı yapamaz.
Solun imaja ve vitrine değil, örgüte ihtiyacı var. Parti kurmak, tabela asmak değil, örgütlenme yapmaktır. Sokağımızdaki komşumuzla, alışveriş yaptığımız bakkalla, manavla, mahallede, okulda, işyerinde birlikte olduğumuz arkadaşlarımızla örgütsel bir ilişki kurmayı becermeden güncel siyasete müdahale süreçleri yaratmak mümkün değildir.
Tecrübelerimizden biliyoruz ki, günlük siyasete müdahale araçlarından yoksun kalınca, bütün her şey kendi vicdanını rahatlatma, bir ritüeli yerine getirme ile sınırlanıp kalıyor.
Siyaset yapmak, öncelikle güç, dolayısıyla örgütlenme sorunudur. Sorunu böyle kavrama aktüel siyasal süreçlere müdahale araçlarını yaratma ve bunu yeni toplum projesinin nüvesi olarak şekillendirme ve zenginleştirme zorunluluğu solun önünde bir görev olarak durmaktadır.
Aksi durumda daha önce yaptığımız gibi, sol siyaset kendi yarattığı hareketlilikten, kampanyacılıktan, kumpanyacılıktan öteye geçemeyecektir.
Zafer Aydın (Kristal İş Eğitim Uzmanı, yazar ve aktivist)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder